Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

>Karl Popper ve "merdiven nereye çıkar"

>

http://www.divshare.com/flash/playlist?myId=10600566-ea0
Lyonesse – Le Soleil Luit
Şu merdiven konusunda bunu söylediğimi hatırlıyorum, ancak hangi entiride bilmitorum. merdiven denince aklımıza ziyadesiyle yukarı çıkma fikri geliyor. Oysa merdiven aynı zamanda aşağı inme aracıdır değil mi? Bulunduğunuz konuma göre bir merdiven algısı ve işlevselliği fikri geliştirirsiniz; işine yaradığı ölçüde merdiven iner ya da çıkar. Zaten Türkçede bu ifadeyi kullanıyoruz, çıkan biz isek de, “merdiven x’e çıkıyor” diyebiliyoruz. Merdiven oysa durduğu yerde konumlanır, biz üzerinden çıkarız ya da çıkmayız. Merdivene böyle bir kinetik enerjiyi kullanma yetisi kazandırmak, onu kişileştirmekten çok işlevselliğin insan hayatında ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Biz çıkınca, merdiven de çıkmış sayıldı (şu “Almanya kaybedince…” esprisini yapmıyorum, burada yapılmış gibi düşünün). 

Oysa dediğim gibi merdiven aynı zamanda inme aracıdır, merdiven yolunu yeğ tutarak bir notkadan daha aşağı bir noktaya inersiniz. Yeniliğin de benzer bir çift, belki çok yönlü bir işlevi vardır. Yeniliğin “merdiven çıkıyor” deyişindekine benzer olarak bir yere çıktığını, vardığını düşünmekle birlikte, bu varışın konumunun her daim iyiye, doğruya, güzele olduğunu söyleyemyiz. Oysa merdiven gibi yenilik kavramı da, sanki her daim yamuk olanın düzeltilmesi, eksiğin gediğin giderilmesiymiş gibi olumlu kılınıyor. “Ziyadesiyle” bu böyle.

Tamam ama haklı bir yönü de olabilir bu varsayımın. Yine bizim dilimizdeki “su yolunu bulur” deyişini anımsayın, sudaki buluş kabiliyeti arayışından kaynaklanmaz, aksine bilinçsiz bir şekilde fizikî yapısına ve çevre koşullarına uygun bir şekilde sadece ama sadece akar. Aktığı için bulduğu delikten fışkırır ya da damlar. Biz bu bilinçsiz akışa da “bulur” demişiz, sanki su herhangi bir arayış içindeymiş gibi. Oysa bütün hareketler, eylemler yaşamda kalmanın bir göstergesi. Bu cansız nesneler için de böyle, bizler için de. “Su yolunu bulur” derken, suyun bilinçliliğini bir kenara koyup, neden bulduğu üzerinde durursak bu durumu daha iyi anlarız. Su o yolunu bulmasa, su olmaz. Başka bir şey olur. Bunun gibi her yapıda, kendisini o kılan her türlü davranışı sergileyebiliyor oluş ortak bir niteliktir. Buna kader diyebilirsiniz gönül rahatlığıyla, “her şey olacağına varır” dendiğinde, “her şey olacağına varmaz önermesi bile olacağına varmış bir önermedir” tepeden bakmacı (indirgemeci gibi bir laf bu) bir üslup kullanılmış oluyor. Temel arzu: hayatta kalma telâşı. her şey hayatta kalabilmek için bir şeyler yapıyor ya da yapmıyor, hâl böyle olunca kederden geberenler için daha iyi, daha nezih, daha anlamlı, daha iç okşayıcı bir durum olamaz. Olabilecek en muhteşem durum içinde bulunuyorlar, haberleri olsun olmasın bu böyle.

Ben bu hayatta kalma temelli anlayışa “her bir şey sadece kendisinin tanımıdır” şeklinde bir yaklaşımla yaklaşıyorum (yaklaşımla yaklaşmanın ağırlığını tartın). Karl Popper da kendi evrim yaklaşımını üç aşağı beş yukarı bu düzleme oturtuyor. Bunu anlayabilmek için Popper’ın geleneksel bilgi/bilim anlayışına karşı önerdiği yeni dizgeyi bilmemiz gerekiyor. Popper öncesinde geleneksel bilgi edinim dizgesi şöyleydi:

1- Gözlem ve deney
2- İndirgemeci genelleme
3- Hipotez aşaması
4- Hipotezin onaylanma aşaması/girişimi
5- Kanıt ya da ters-kanıt aşaması
6- Bilgi

Popper ise şu dizgeyi önerdi:

1- Problem (genelde var olan bir teorinin ya da olasılığın çürütülmesi)
2- Çözüm öne sürme, yani yeni teori aşaması
3- Yeni teorideki test edilebilir önermelere ilişkin çıkarım/tümdengelim
4- Testler (örneğin diğerleri yanında gözlem ve deneyle yapılmış çürütmeler)
5- Yarışan teoriler arasından birini yeğleme

Bu değişimin ardında şöyle bir neden yatıyor: Poppercı yaklaşıma göre geleneksel bilgi yönteminde doğallık problemi vardı. Doğuştan gelen (doğal) beklentiler (expectations that are inborn) sadece insanlarda değil, hayvanlarda da bulunur. Ancak geleneksel bilgi anlayışı bu konuda takozlar, Popper da bunun üzerine şöyle der:

Doğuştan gelen idealar fikrinin absürd olduğunu düşünüyorum. Her organizmanın doğuştan sahip olduğu reaksiyonları ve tepkileri vardır; onların arasında gelecekte gerçekleşecek olaylara uygun/uydurulmuş tepkiler de bulunur. Beklenti (expectation) olarak adlandırabildiğimiz bu tepkilerin bilinçli olduğunu düşünemeyiz. Yeni doğmuş bir bebek bu şekilde bir ‘doyurulma’ beklentisi (hatta korunma ve sevilme beklentileri) içindedir; ancak beklenti ile bilgi arasındaki yakın ilişkiyi irdelersek, doğuştan gelen bilgiyi (inborn knowledge) görmemiz gerekir. Bu bilgi geçerli bir önsel (valid a priori) değildir. Doğuştan gelen beklenti, ne kadar güçlü ve spesifik olursa olsun, yanılmaya açıktır. Yani yeni doğmuş bebek terk edilebilir, aç bırakılabilir. O hâlde biz her ne kadar geçerli bir a priori değilse de psikolojik ve genetik anlamda a priori (tüm gözlemsel deneyimler için a priori) olan bilgiyle, beklentilerle doğuyoruz.” (Conjectures and Refutations, p.47) 

Bu anlayışıyla Popper, Darwin’in evrim teorisine komşu nitelikte bir teori ortaya koymuş olur. Ve bu teoride temel itekleyici güç ve hatta “her şeyin özü” hayatta kalma telâşıdır.

Popper bu hayatta kalma telâşını “bütün organizmalar gece-gündüz, daimî olarak problem çözmeyle meşguldur” diyerek hareketliliğin asla son bulmadığını, bu yüzden şeylerin sürekli yeni koşullara ayak uydurmaya çalıştığından, yenilenerek yeni durumlara neden olduğunu dile getirmiştir. Poppercı evrim idealinde, evrimin kendisi yaşamsal bir aşamalar silsilesi olarak kendini gösterir. Başta kullandığım deyişle, suyun yolunu bulması, uygun koşulun suyu bu niteliğe hapsetmiş olmasından kaynaklanır. Bir şey, kendisini o kılan o nitelikler bütününden sıyrılamadığı için o şey olmaya mahkumdur. Şey, içinde bulunduğu ortama ayak uydurup gece-gündüz, daimî bir şekilde hareketlilik hâlinde organizmaların ittirmesiyle birtakım değişikliklerin hedefi olabilir. Her durumda, her adımda, her koşulda bir şey, her daim onu o kılan birtakım niteliklerin dışına çıkamaz. Bu belirlenim, sadece bir an için geçerli olmalıdır. Zira anı anına uymayan bir şeyin, bu değişkenliği bile yaşamsallığını gösterir. Çünkü temel itekleyici unsur, yukarıda da söylediğim gibi, “hayatta kalma telâşı” olmalıdır. Suyun yolunu bulması, işte bu yüzden yaşamsaldır.

Peki, bu yaşamsallığın farkına varmaktan öte, özündeki -varsa- büyük sırra erişebilir miyiz? Organizmalarda ve insan seviyesinin altındaki hayvanlarda problem çözme becerisi, yeni reaksiyonlar, yeni beklentiler, yeni davranış modelleri üretme şeklinde kendini gösterebilir. Darwin teorisi gibi, Popper teorisi de yaşamın kaynağına ilişkin bilgi sunmaz; sadece gelişimin kendisiyle ilgilenir. Popper kaynaklanmanın (origination), yaşama, teorilere, sanat eserlerine dönük olsun fark etmez, aklî bir temellendirmeyle anlaşılamayacağını düşünür. Özellikle de The Poverty of Historicism, bu konuyu detaylı bir şekilde incelemiştir (merdiven çıkıyorsa ve su bulabiliyorsa, kitap da kendi başına bir konuyu işleyebilir değil mi?). 

Bu büyük kafaya göre, fizikte yenilik salt dizilişlerdeki veyahut kombinasyonlardaki yenilik anlamına gelir. Buna karşın biyolojik yenilik doğal bir yeniliktir. Tuhaflık ölçüsünde yenilik ise (novelty) akılla veyahut nedensellikle açıklanamaz, sadece sezgiyle kavranabilirliği bulunur. Eğer yenilik akılla kavranabiliyor ve açıklanabiliyorsa, o vakit, o doğuştan/temel/gerçek (intrinsic) olamaz. Popper’ın bu yargısı, bizim bugün herhangi bir fizikî yeniliğin “muhtemel” olumlu veyahut olumsuz neticelerine, niçin aklî ve nesnel kanıtlardan ziyade inançla sarıldığımızı da açıklıyor.

Bilgiye ulaşmak için gözlem ve deneyi ilk aşamaya koyanlara karşın, doğrudan problemi ilk aşamaya koyan Popper’ın, bu ekolün temsilcilerine sunduğu kolaylığı görmeniz gerek. Evvelce yanılmıyorsam Okan Bayulgen idi, -yanılıyorsam da “herhangi bir aktör” diye düşünün- demişti ki, “benim oyunculuğum diğer oyunculukları ezer, çünkü ben diğerlerinin oyunculuğuna göre kendi oyunculuğumu ayarlarım, hep ikinci adımı atarım, bu yüzden ben ön-plana çıkarım.” Burada da aynı şey geçerli. Yanlışlamaya çalışan, yanlışlamaya çalıştığı şeyin her daim önündedir, çünkü kaybedecek bir şeyi yoktur. Oysa yanlışlanabilirliği bulunanın yanlışlanma olasılığı, her daim onu savunmaya çeker. Saldıran ve savunan. Bu ikili yapı bir problem doğuruyor, işte bilgi edinimi aşamalarından ilkinde doğrudan problemin kendisinin yer almasının nedeni bu. Problemden başlamazsanız, yeni teori aşamasına geçemezsiniz; çünkü gözlem ve deneyin -birinci aşamada olması durumunda- amacı, varsayımı olumlamaya ya da olumsuzlamaya çalışmaktır; oysa problem birinci aşamadayken, ikinci aşamadaki yeni teorinin baskısı, mevcut varsayımı sıkıştırır. Ve bu sıkıştırma bilimi her daim hareketli kılıp, sabit-fikirli insanların güdümünde dinleşmesinin önünde engel oluşturur.

Gerçi daha sonradan Paul Feyerabend, Killing Time’da bu yanlışlanabilirliğin, kendilerini ne kadar üşengeç kıldığından bahsetmiştir. Dahası mesele, laf yarışına ve göt etme telâşına dönmüş de olabilir. Iuvenalis bir satirasında “peki, gözcüleri kim gözleyecek?” demişti, haklıydı.

addendum@: Popper’ın ortodoks epistemolojiye getirdiği eleştirilerden (aslında onunla ilgili yaptığı tespitlerden) birini sunacaktım unuttum. Ekte veriyorum.

Geleneksel epistemoloji bilgiyi ya da düşünceyi subjektif duyuşla inceler; şu ifadeleri kullanır: ‘biliyorum’ ya da ‘düşünüyorum’. Bu, benim kanıma göre, epistemoloji öğrencilerini konu-dışına itmiştir: Onlar bilimsel bilgi üzerinde çalışmaya yöneldiklerinde, farkında olmadan bilimsel bilginin tümüyle dışında olan başka bir şey üzerinde çalıştılar. Zira bilimsel bilgi basitçe ‘biliyorum’ vb. kelimelerin hergünkü kullanımlarıyla incelenebilecek bir şey değildir… Locke’un, Berkeley’in, Hume’un ve hatta Russell’ın geleneksel epistemolojisi, en yumuşak tabirle, konu-dışıdır.” (Objective Knowledge, p.108)

2 comments on “>Karl Popper ve "merdiven nereye çıkar"

  1. Anonim
    23/02/2018

    dd

  2. Anonim
    23/02/2018

    suyla merdiven özdeş değil. suda kinetik enerji var. koca kayayı aşındırma yerine daha yumuşak zeminde yolağını belirleyebilir vs.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 26/02/2010 by in Felsefe - bilim, Genel and tagged , , , .
%d blogcu bunu beğendi: