>Filtre Kaave
>
Pink Floyd – Obscured by Clouds
Geçen sabah çok erken bir saatte, kış güneşini ardıma alıp sıfır uykuyla salınarak aktığım Üsküdar – Sirkeci hattından yukarı doğru çıktım ve hedefim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi olduğundan Cağaloğlu yolundan kuyumcuların oraya saptım ve soldaki Starbucks’a uğrayıp elimi masaya vurdum ve “bana en acılısından vir” dedim. 80’lerin tezgahtar Nebahat’ı endamıyla yüzüme bakan kız “filtre kahve mi?” diye sordu, “varsa Kolombiya yoksa Kostarika, o da yoksa filtre kahve… Eğer sunduğun kaave beni acılık konusunda tatmin ederse, bunu karşılıksız bırakmam tatlı kız…” diyerek gülümsedim. karşılığında yediğim tokadın etkisiyle uyanmışım.

Hayır. O an söylediğim şey tam olarak şöyle bir şeydi: “
En acılısı hangisi, Kolombiya mı?” Yok hayır, o değilmiş. “
Filtre vereyim” dedi, adımı sordu. “
Benimle tanışmak istiyor, kaaveyi de bahane ediyor sanırım” diye düşündüm ama sonra Starbucks’taki ad sorma ve kağıt bardağın üzerine yazma ananesi aklıma geldi; kaavemin yanında voltamı da alarak dükkandan çıktım.
Her şeyin en acılısını seviyorum. kaavenin de en acılısı makbul bana göre, insanların da. insanların tatlı olanları çekilemez. “Ya biraz tatlı olsana” diyen birinin aklından şüphe ederim. Tatlı insan, tatlı kaave gibi iç bayar. Biri bana, aşırı tatlı yendiğinde hissedilen hayattan bıkma tadını sadece benim tattığım bir şey olmadığını söylesin. Gerçekten böyle bir şey var, denememiş olanlar denesinler. “Her şeyin aşırısı zarar” gibi ayağa düşmüş bir çıkarıma varmayacağım ancak şekerin fazlası insanda sanki “her şey bunun için mi yani?” duygusunu uyandırıyor. Şeker sanki ulaşılması gereken amaçmış da, biz ne kadar şeker tüketirsek o kadar çok amacımıza ulaşırmışız gibi düşünüyoruz. Buna mukabil acı, olabildiğine kaçmamız gereken dandik bir tatmış gibi. Bu sanının Yunan felsefesindeki izdüşümü, bir tartışma konusudur: Kimi hazcı filozoflara göre, hayvan yavruları da dahil olmak üzere her türden bebeklik bir hazza yönelme ve acıdan kaçınma evresidir. Bir bebeğin eğitimi de buna göre belirlenir, elini sobaya hafifçe değdirirler, ahmakça gibi yapışmasın, ateşinden korksun diye.
Bunun gibi acıdan kaçma telâşının farklı uygulamaları eksik kaldığı ölçüde desteklenmelidir, insanlara neyin acı neyin tatlı olduğu öğretilmeli, buna göre birini benimseyip diğerini dışlaması sağlanmalıdır. Temel mantalite bu yönde. Sonra büyüdükçe acının aslında o kadar da kaçılası bir şey olmadığını anlıyoruz. İş işten geçmişse, Kolombiya, geçmemişse Meksika kaavesi içiyoruz. Yok hayır geçmişe dönüp acıyla yüzleşeceksek, filtre kaave gibisi yok. Tezgahtar Nebahat o sabah bana bunları söylemedi.

Kuyumcuların oradan elimde filtre kaavem ve west ice, caminin oraya çıktım. Kapalıçarşıya girdim, ancak sabah yolu düşenlerin görebildiği bir manzara vardır: Dükkan sahipleri paspasları dışarı çıkarmış olup, kah poaça tüketir kah komşu dükkan sahipleriyle dün akşamdan kalma maç muhabbetini demlendirir. Aradan geçerken 1.567.235.134. kez gördüğüm altınlar, gümüşler, süs eşyaları vs. bütün bunların ne kadar anlamsız olduğundan ziyade benim orada ne işim olduğunu düşünüyorum. O an tek anlamlı gelen şey acılı filtre kaave. Sonra yukarı çıkıyorum Beyazıt’ta filtre kaave bitiyor, daha tatlı bir beyazıt manzarası eşliğinde bavullu, büyük siyah poşetli turistlerin otobüslerini görüyorum. Bazılarının aşırı açık kıyafetinden koca memeleri taşıyor. Sabahın köründe ahu tuğbavari leopar desenli pazenler görmek hoş değil. Bir sigara, sonra bir sigara daha. Kafamda burada geçen binlerce günün hesabı, tasarladıklarım, tasarlamak zorunda kaldıklarım ve hatta inanmayacaksınız ama tasarlamadıklarım vs.
Kimliği gösterip içeri giriyorum, sola yöneliyorum, köşedeki 1 ytl’ye satılan eski Birikimlerden bir tane alıyorum erkekler tuvaletine giriyorum yüzümü ıslatıyorum, kantine yönelip dandik (bu dandik sıfatı üniversiteyi mi yoksa öbür şeyi mi kast ediyor?) İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kaavesi alıp bir sigara daha yakmak için bahçeye çıkıyorum.
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
>'Mırra' candır.
>Bizim gözlemlediğimiz Cengiz de aynı şeyleri yapar ve düşünür.Öyle güzel anlatmışsın ki okumaya başladığımda bir anda kendimi son cümlede buluyorum.Bu arada 'mırra' çok değişik bir lezzet,filtre kahveden de acıdır,İstanbullu olarak bilmiyordum ta ki Harran'a ve Mardin'e gidene kadar.gasilhane'e katılıyorum,Cengiz'e de mırra'yı tatmasını öneriyorum.
>Jimi naber :)Çok gülüyorum yazılarına bazen jimi… Bu arada ben asla kahve içmem , yerim! Çevremde bunu yapan kimseyi de görmedim. Çekirdek olarak alır bildiğin leblebi gibi kıtır kıtır yerim. Ancak mutlaka çifte kavrulmuş olacak. Süper zihin açtığını dikkat ve farkındalık yarattığını düşünüyorum. Cebimde, çantamada, evde olmazsa olmaz. Reklam olacak ama İzmir'de Karşıyaka Küçükavcı süperdir 🙂 Hatta Meksika'dan gelen markasını bile sormuştum. O kadar peşine düşesim kaynağını bilesim geldi.Bir avuçdan fazlasını aşmaya gayret ediyorum ama gerçekten mükemmel.İstanbul'da nereler var? bilemeyeceğim de starbucks'ı sevemedim. "Latte" falan nedir ki eskiden latte mi varmış..Ha diyeceksin "sorduk mu?" Sana da sormadan neler neler yazıyorsun beleşten bizlere değil mi ama ;)aklında olsun tavsiye ediyorum, dene derim.
>Yazınızı keyifle okuduk 🙂 Dolgun gövdeli ve yoğun lezzetli Sumatra kahvemizi denemenizi öneririz; beğeneceğinizi umuyoruz. Damak tadınıza en uygun kahvenizi bulmak için sizi kahve sohbetlerimizde de ağırlamaktan mutluluk duyarız, daha fazla bilgi almak için http://www.kahvetutkusu.com/kahvesohbetleri/bilgi.aspx adresimize bakabilirsiniz.Kumru KermenAsistan Marka Müdürü – Müşteri İlişkileriStarbucks Coffee Türkiye
>Sumatra kahveyi duymadım ama mutlaka deneyeyim Kumru hanım :)Kahve tutkusu çoğu kişi de var ve gerçekten keyif, dinlenme, soluk alıp yola devam etme, daha iyi konsantre olma gibi yararları var. Blog yazarlarının en mütevazisi ve Kutsal Bilgi Kaynağının filozofu Jimi'nin blogu ve kahve ve okuma keyfi gibi zaten.Hatırlatmanız için teşekkür ederim.
>Kaave tutkunu bir millet olduğumuzu hatırlatan güzel yorumlar okudum, teşekkür ederim. Aslında yazıya tam aksettiremediğimi düşündüğüm bir husus var. O da şu, ben kaaveyi gerçekten severim. Hatta son birkaç senedir kaave acılığının benim için bir zevk olduğunu düşünüyorum. Çayı da şekersiz içmeye başladım. Bunun nedenini bilmiyorum, ama gerçekten de içtiğim veya yediğim şeyin esansına ilgi duyar oldum, hatta bu yazıda bulunan fotoğraftaki gibi kaave taneciklerini çatır çutur yedğim bile oldu, araya su aracısını sokmamak için. Bu yüzden Ayşegül'ün bahsettiği o latte'ler vs. beni de açmıyor, bir iki defa içmeyi denedim şekerliliği tadımı kaçırdı. Bu arada ne kadar ilginç değil mi, kişinin kendisinin tadı kaçar mı hiç? Tattığımız şeyin tadının kaçması, bizim de tadımızın kaçması anlamına geliyor. Almanya yenilince biz de yenilmiş sayıldık hesabı bu. Neyse.Geçen burada duyurusunu yapacaktım ama maalesef işlerimden ötürü geç kaldım, hem de gidemedim. Kemeraltında Kahve festivali vardı, hatta Atatürk'ün meşhur türk fincan kaavesi bile yapmışlar; dahasını da söyleyeyim mi? Festivale katılan herkese oradaki her kaaveden tattırmışlar! Ne kadar müthiş bir şey değil mi? Yine dansözler vs. abuk sabuk şeyler de olmuş ama yine de kaçırılmaması gereken bir organizasyondu. Gidemeyenlere geçmiş olsun, 350 gün kadar sonra bir sonraki festivale katılma hakkınız saklı.Aslında ileride güzel bir kaave günü de düzenleyebilirmişiz, o potansiyeli görüyorum. Sözlükten, dışarıdan vs. gelen tepkiler de o yönde. Gasilhane ile sophie'nin mırra'sını da deneyeceğim, umarım bunun için urfa'ya gitmeye gerek yoktur.Kaave dumanıyla geçirdiğim kış gecelerini anımsadım ayrıca, bu da başka türlü bir şey.
>Bilgileri internetten topladım hep birlikte bakalım ; mırra'nın hazırlandığı büyük özel cezvenin adı gümgüm'dür. içine yarım kilo kahve atılıp 2 saat boyunca kaynatılır, 20 dk süzülür; ardından bu karışım, tekrar yarım kiloluk kahve eklenmesi ve 2 saat boyunca kaynatılması suretiyle tekrar süzülür. bu işlem birkaç kez devam eder. son süzme işi de tamamlandıktan sonra elde edilen karışım termoslara ya da şişelere doldurularak kaldırılır. gerektiği zaman küçük cezvelere alınarak pişirilir. 30-40 kişilik bir servis için hazırlanan mırra için ortalama 1 kg. kahve kullanılır. Su ve kahve, çeşitli aşamalarda kaynatılıp-soğutularak, yaklaşık 4,5 saatlik bir pişirme işlemine tâbi tutulur.espresso dan sonra dünyanın en sert kahvesi olduğu söylenir. istanbul yerlileri arasında mırra, mürre adıyla da anılıyor. kahvenin en büyük özelliği, geçirildiği işlem. imbik, ibrik olarak da tanımlanabilen ince ağızlı, geniş gövdeli bakır veya aluminyum kaplar kullanılıyor. birkaç kez farklı ölçülerdeki ibriklerden damıtılarak içilebilecek hale getiriliyor.Bir de mısır çarşısında bulunabilirmiş.Evde yapmayı deneyebilirim,tadı aynı olursa ne ala!
>Mırra ile ilgili bilgileri derle de bloga aktarıver blogumuz eksik kalmasın. 🙂