Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

>Kâzım Karabekir’den "malûmat ciheti"

>…

Medenî malûmat cihetine gelince: Halkın artık tesbit edilmiş ilimler hakkındaki malûmatı; İstanbul gibi, İzmir gibi bilgice en yüksek yerlerimizde bile, bir ay tutulursa, bir gün tutulsa insan kendisini bir muharese meydanında zannediyor. Artık mahiyetleri tesbit edilmiş bu gibi vekayii büyük şehirlerimiz halkı dahi kısmen bilemediğinden bunları türlü türlü şeylere atfediyorlar. Tabiîdir ki böyle aslı esası muayyen olan şeylere telkin vasıtasıyla yanlış kabul edilirse bilhassa milletin zayıf zamanlarında husule gelecek bu gibi alametlerden düşmanlarımız çok fena bir surette propaganda zemini olarak istifade edebilirler. Propagandalarla ne müthiş işler yapıldığını bir misâl ile arz edeyim. 

İranlıların malûm bir on Muharrem matemi var bu matemi bugün yapanlar dahi zannediyor ki bu dinî âyindir. Ve asırlardan beri gelmiştir. Halbuki bunun asli; Rusların Kafkasya’yı istilasından sonra Rusların tertip ettikleri bir pogramla Karabağ’dan çıkmış bir mes’ele olduğunu bizzat Tebrizde tahkik ettim. Rus Çariçeleri her sene, her büyük kasabaya onbin tane gömlek hediye etmişlerdir. Meselâ Tebriz’de bir âyinde bulundum ve tarihçesini anladım. Çariçe Tebriz’e dahi onbin kadar gömlek gönderiyor. Ta ki o İraniler kafasını gözünü yarsın ve kanını akıtsın! Tabiî o İraniler bunu bir inanç olarak kabul etmişler ve devam ediyorlar. Halbuki diğer cihette münevver olan zümreye de bunun ne kadar gülünç bir şey olduğunu yine aynı Çar’lık zamanından bunu icad edenler münevver zümreye telkin etmek suretiyle gayet garip bir vaziyet ihdas etmişlerdir. Halk kemâli tehalükle döğüşürken, kendi kendine kafasını yararken diğer bir kısmıı da kemâli istihza ile seyrediyor. Bu suretle ortada bir çukur açıyorlar. 

Keza. Buhara’da bir mektep kavgası vardır. Bunu bilenlerden tetkik ettim. Bunun da aynı suretle böyle telkin ile cahil olanların teşvik edildiklerini kemâli teessürle gördüm. Demek oluyor ki millet bugünkü kanunun, tabiatin hakikatlerini   az zamanda her türlü vasıta ile öğrenmeyecek olursa düşmanlarımız her türlü muzir telkinleri yapabiliyorlar ve bilhassa gökteki bir değişim bütün bir halkın kuvvei maneviyesini berbad edebilir. Tabiî basit halk müzeleri, serbest girmek şartiyle bu varlığı gayet kolay öğrenebilir. Birkaç Avrupa şehrinde gördüğüm şayanı hayret müzeler halka dehşetli surette yardım ettiğini gözümle gördüm. 

Meselâ: Büyük bir salonun ortasına bütün bir felek (uzay) cihazı konmuş. Güneş ortada. Dünya var, Ay var, gezegenler var, herşey mevcut. Ufak bir mekanik hareketle devrediyor. Güneşin tutulmasını, Ayın tutulmasını görüyorlar. Bu suretle fiilî bir surette halka bu telkin ediliyor. İktisadî bir takım nasihatleri vardır. Elimde on madde olan Alman’ların iktisadî nasihatleri vardır ki cidden şayanı dikkat bir şeydir. Bu millet vaktiyle fakir iken -tabiî her milletin esası fakir ve her millet aynı yoldan geçmiş bir vaziyettedir- fakat mütehassısları vasıtasiyle halka ve çocuklara iktisadî telkin için sekiz on maddelik birşey yapılabiliyor. Bununla iktisadî nihayet, 10-20 sene zarfında memlekette büyük bir değişme olduğunu mütehassıslardan dinledim. Meselâ Birinci madde olarak; en küçük masraflarında bile vatandaşlarının da vatanın menfaatini asla gözden uzak tutma. İkincisi; bir yabancı memleket malûmatından ve mahsulâtından -velev iki paralık birşey olsun- bir şey satın alırsan memleketin servetinden o miktarı azalttığını unutma. Üçüncüsü; paran daima Alman işçilerine ve pazarlarına faydalı olmalı. Dördüncüsü; ecnebi makinelerini, ecnebi âlet ve edevatını kullanarak Alman sanayiini Alman evini, Alman toprağını lekeleme. Beşincisi; sofranın üzerinde ecnebî etlerini, ecnebî yağlarını bulundurma; Bunlar hem Almanya’dan hayvan yetiştirenleri, hem de sihhati bozar. Çünkü Alman sağlık zabıtasınca muayene edilmiş değildir. Alman kalemi ile, Alman kâğıdı üzerine yazını yaz ve Alman sünger kâğıdı ile yazını kurut… Yedincisi; Alman kumaşlarını giy ve başına Alman başlığı giy… Sekizincisi; yalnız Alman unu, Alman meyvesi, Alman birası, Alman kuvvetini hasıl eder. Dokuzuncusu; Almanya’nın arpa kahvesinden hoşlanmaz isen, Almanya müstemlekeleri kahvesini kullan. Eğer çikolata seviyorsanız, dikkat ediniz ki çikolatanız Alman metaı olsun… Onuncusu; lâflar, ilanlar seni asla bu kanaatlerden çevirmesin… Kanaat et ki, söylenirse söylensin. Dünyanın en iyi mahsullerin Almanya’nın vatandaşına lâyık gördüğü Alman mahsulleridir. Bunu, her Alman ve Alman çocuğu tamamiyle ezberlemiştir. Bu suretle tabiîdir ki iktisadî tahribata hiç bir millet yürümüyor. Hatta başka memleketlerden oldukları halde herhangi bir metaı -daha pahalı olsa dahi- kendi memleketleri mahsulâtından almak için aramaya -içerisinde- bir zevk duyuyor. 
Geçen gün Maliye Vekili beyefendinin beyan ettiği şeker sarfiyatının çoğalması, bendenizce servetimizin artmasından ziyade, fabrikatörlerin bütün halkımıza vermiş olduğu telkin kuvvetine atfediyorum. Biz çocuklara para verirken, al oğlum şeker parası deriz. Halbuki hiç bir şeker fabrikamız yok iken bu söz senelerden beri telâffuz edilmiştir. Şu halde geçen senelerde balı ile pekmezi ile, meyvesi ile mümkün olduğu kadar şeker ihtiyacını temin edebilenler, bugün onları tamamiyle ihmâl etmiştir. Ve onlar da şeker cihetine gitmiştir. Bir yarım ada üzerinde oturduğumuz halde balık sarfiyatı için sahillerdeki bakkal dükkânlarının raflarına bir nazar atfetmekle bir fikir elde edilebilir. Flemenk peyniri, Hint turşusu, bunlar tabiatıyle halk tarafından değil ve kemâli teessürle söylüyorum daha ziyade aydınlarımız tarafından yenmektedir. Bendeniz başıma gelen kısa bir misâli arzedeyim. Birgün İstanbul’da benim için verilmiş ziyafette bir Avrupa turşusu önüme konuldu. Sebebini sordum, zengin âleminde modadır dediler. Gerek mektep terbiyesinde ve gerek halk terbiyesinde bu iktisadî esasları telkin ederken diğer taraftan Ticaret Vekâletimizin,  Ziraat Vekâletimizin Maarife yardım edeceği bazı hisse çıkabilir. Bilhassa ufak memleketlerde gördüm. Vatan malını teşhir için yer yer büyük salonlar vardır. Bütün mamulatı,  malzeme veyahut iptidaî maddeler orada mevcuttur. Her vatandaş kolaylıkla oraya girebilir, oradan malûmat alabilir ve istediği kadar satın alabilir. Yani bir taraftan telkin edilir diğer taraftan kolaylık gösterilir. 
Ziraat müzeleri, basit bir surette, Hazreti Adem zamanından bugüne kadar ziraat usulünü halka gösteriyorlar. Ufak ufak adamlar elinde sapanı, orada bire kaç alıyor, ikinci devresinden kaç alıyor, şimdi kaç alıyor? Böyle ziraat gibi sanayi müzeleri vardı. Beşeriyet evvelâ nasıl bir kıyafette idi, sonra bu gelişmenin sonu nereye varmıştır. Sonra nakil vasıtaları müzeleri… İlk vesaitten sonu nedir? Gerek deniz vasıtası, ve gerek kara vasıtası… Alâtı tahri-biye, keza ilk vasıtası, son vasıtası… Bunları gerek mektep çocuklarına ve gerek halka, kendi milletinin bulunduğu yeri ve kendisinden daha ileri kimler olduğunu tamamiyle telkin ettiği için, herkes kendi hizasını görüyor, ve asıl olması lâzım gelen hedefe doğru yürümekle bir azim duyuyor, iktisadî hayatımızın israf cihetine gelince, yine iktisadî telkin olmaması neticesi yıkım bir haldedir. Ailelerin hepsi geçenki ailelerinden daha fakir olmasına rağmen geçenkilerden daha müsrif bir hale gelmişlerdir. Gelişmiş âlemde bir kaide var, bu kaide maatteessüf bazı alâkadar arkadaşlarca dahi yanlış anlaşılmıştır. O da, nasıl ki bir iptiraî kavmin lisanı basit ise, ona mukabil müterakki bir lisan da nasıl ki birçok teferruatı mevcut ise, basit olan bir insan ile tekâmül etmiş olan bir insanın ihtiyacı olan eşya, tıpkı aynıdır. Basit bir adam ilim ve fenden mahrumdur, gayet basit yaşar, fakat yükseldikçe tabii olarak ruhun ihtiyacı  da çoğalır ve bu, medenî âlemde hakikaten bir kaidedir. Fakat o âlem lâzımı kadar fabrikalarını yapmış ve dehşetli sanayii gelişmiş olduğundan kendileri için tüketim sayılmaz, çünkü vatan malını alıyor, yine bir devridaim oluyor. Biz bu kaideyi aynen almışız ve hala yanlış telkinat yüzünden bugün çocuklarımız, çarşıya gittiği zamanda hiç bir çocuktan işitilmiyor ki bu mal kimin malıdır, kaça mal olmuştur, nereden gelmiştir. Onun için herkes kendi elinde bulunan parasını evvelâ kursağına, kanını, çanına değil üstüne, çapulay, çaputlara sarfını daha ileri ki görünmek için lüzumlu zannediyor.
Kaynak: Kazım Karabekir, Çocuk Davamız 2, Emre Yayınları, İstanbul 1995, s.209-213.
Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 02/02/2010 by in Genel and tagged , , .
%d blogcu bunu beğendi: