>"Amerikalılar niçin bu kadar dindar?"
>
Aşağıdaki yazı J. Micklethwait ile A. Wooldridge’in “Sağcı ulus: Amerika’da Muhafazakar Güç” başlıklı eserinden (Çev. N. Küçük, Salyangoz Yayınları, 2007, Sf.308-310) alınmıştır.
Amerikalılar niçin bu kadar dindar? Bunun aşikar sebebi, ülkenin gerek yaratılması gerekse şekillendirilmesinde dinin son derece önemli bir rol oynamış olmasıdır. En erken amerikan kolonilerine yerleşenler, yeni toprakları dinî zulümden kaçmak ve kendi dinî inançlarını ellerinden geldiğince enerjik bir şekilde uygulamak için bir fırsat olarak gören ayrılıkçı Püritenlerdi. Anayasanın birinci ek madde’si dinin “özgürce ifade edilmesi”ni özel olarak güvenceye alıyordu. Yeni ülke genelde bu vaadi yerine getirmiştir, ama özellikle Mormonlara karşı olmak üzere, hâlâ ayrım yapıldığı kanısını taşıyanlar, on dokuzuncu yüzyılda batıya doğru harekete önayak olanlar arasında yer aldılar.
Amerika’nın dindarlığının öteki nedeni belki daha şaşırtıcıdır: Amerika’nın laik bir devlet olarak kurulmuş olması. Dinî gereklerin özgürce yerine getirilmesini garantiye alan aynı birinci ek madde, Kongre’nin “resmî bir din oluşturmak yönünde” herhangi bir yasa yapmasını yasaklar. Kilise ile devletin ayrılması, Amerika’yı Avrupa’daki resmî dini olan devletlerden farklı kılar. Birçok dindar muhafazakar, söz konusu ayrılığın, dini kamu alanından haksız yere dışladığı şikayetinde bulunur. Ayrılığın en enerjik destekçilerinin birçoğu ise liberaldir. Oysa işin gerçeği, kilise ile devletin ayrılması, dinin Amerikan yaşamında enerjik (ve genellikle muhafazakar) bir kuvvet olarak varlığını sürdürmesi için başka herşeyden daha etkili olmuştur.

Dinin resmî bir kurum olmaktan çıkarılması, piyasa kuvvetlerini Amerika’nın dinsel yaşamına enjekte etti. Dinî teşkilatlar, söz gelimi ingiltere kilisesi’nin yaptığı gibi, devlete sübvansiyon konusunda güvenemezlerdi. Hayatta kalmak için rekabet etmek zorundaydılar. Dinin resmî bir kurum olmaktan çıkarılmasının en şiddetli savunucularından olan Jefferson, tıpatıp bunun olacağını önceden söylemişti. 1776’da yasama kuruluna yaptığı bir konuşmanın notlarında, din özgürlüğünün kiliseyi güçlendireceği iddiasında bulunuyordu, çünkü ona göre “kilise, papazlarını çalışkan ve örnek alınacak insanlar olmaya zorlayacaktı.”* Amerikan dini, sürekli olarak, söz’ü rekabetten daha iyi pazarlayabilecek yeni kiliseler yaratıyordu. Sözgelimi, 1840’lardaki büyük uyanış boyunca dinsel uyanışçılar (“hepsi hic haec hoc, içinde Tanrı sözcüğü bile geçmiyor” dedikleri) Latince vaazlardan vazgeçip heyecan verici incil şarkıları icat ettiler.** Dinin resmî bir kurum olmaktan çıkarılması aynı zamanda dinin üzerinden muazzam bir yükü de kaldırdı. İnancı bozmak için, onu siyasetçilerin kaprislerine bağımlı hale getirmekten iyi bir yol var mıdır? Ve dini zayıflatmak için, onu dolgun maaş ve terfinin peşine düşmeye bağlamaktan daha iyi bir yol var mıdır? Amerika, terfi etmek için sürekli dolap çeviren Trollope’nin papazlarının benzerlerinden, bereket versin, uzaktı. Aynı zamanda Katolik Kilisesi’ni zayıflatan iktidar kavgalarından da uzaktı — Lord Acton’ın güç yozlaştırır ve mutlak güç yozlaştırır şeklindeki uyarısının, onun ortaçağ papalığına ilişkin tanımlamasıyla ilgili olduğunu unutmayalım. Amerikan kiliselerinin ayakta kalabilmek için güvenecekleri tek kuvvet ise kendi manevi güçleriydi.
Amerika’nın rekabet ortamında hayatta kalmayı en iyi beceren dinî gruplar en “hevesli” olanlardı: İnançlarını çok ciddiye alan ve en ateşli şekilde vıaazedenler. bugün bile, amerikalılar dinleri hızla değiş tokuş ederler: Nüfusun yaklaşık yüzde 16’sı mezhep değiştirmiştir ve bu oran inançlar daha fundamentalleştikçe artmaktadır, mega kiliselerdeki papazların yarısının bir başka mezhepten gelmiş olduklarını gösteren bir araştırma vardır.*** Bazı insanlar Amerika’nın bugünlerde dördüncü büyük uyanış’ının ortasında olduğu kanısındadır.**** Fakat gerçek şudur: Bu büyük uyanışlar o kadar sık ve uzun süreli olmuşlardır ki, aslında uyanılacak bir uyku dönemi hiçbir zaman var olmamıştır. Dinsel uyanışçılığın yeniden uyanma gereği yoktur, zaten Amerikan yaşamının daimi bir olgusudur.
Amerika’nın dine düşkünlüğü sadece muhafazakarlara yaramış değildir. Ülkedeki en dindar gruplardan biri aynı zamanda en demokratlardan da biridir: Afrikalı-Amerikalılar. En ünlü solcu siyasetçilerden Jesse Jackson ve Al Sharpton, ikisi de papazdı (Sharpton henüz on yaşındayken papazlığa atanmıştı). Amerikan tarihi boyunca gözlenen protesto hareketlerinde, dinsel bir öğe bulunmuştur. Köleleri kuzey’e ve özgürlüğe götürmeye yardım eden yeraltı metrosunu, dinî radikal suçlular idare ediyordu. Popülizmin babası William Jennings Bryan, meslekten olmayan bir vaizdi. dindar insanlar kadınlarla siyahlara medeni hakların verilmesi için girilen mücadelenin ön saflarında yer aldılar. 2000 yılı seçim kampanyası sırasında Al Gore Amerika’nın toplumsal sorunlarını çözmeye yardımcı olarak “inanç-temelli organizasyonların” kullanılmasından söz ederken, neredeyse George Bush kadar hevesliydi.
Ama tarihi boyunca Amerika’nın dindarlığı, Amerikalıları toplumsal sorunları bireylerin erdem ve erdemsizlikleri bağlamında görmeye teşvik etmiştir. Aynı zamanda böyle sorunları devletin müdahalesiyle değil, gönüllülerin faaliyetleri aracılığıyla çözmeye de teşvik etmiştir. 1830’larda Amerika’yı ziyaret eden İngiliz Calvin Colton, kilise ile devletin ayrılmasının “tarihte daha önce bilinmeyen, yeni bir tür toplumsal örgütlenme”yi doğurmuş olduğuna dikkat çekiyordu.***** Avrupa’da ya devlet eliyle ya da devletin finanse ettiği kiliseler eliyle yerine getirilen işlevleri, Amerika’da gönüllü organizasyonlar üstlendi. Dindar gruplar, sosyal yardım alanında, incelikle tasarlanmış gönüllü sistemler kurdular. örneğin katolik kilisesi ayrı bir sosyal devlet oluşturdu: Kendi okulları, hastaneleri olan, yoksul ve düşkünler için kendisi erzak sağlayan bir paralel evren. Bu gönüllü grupların birçoğu, hükümetin müdahalesine çok şüpheyle yaklaşıyordu. 1931’de, Kızılhaç’ın merkez komitesinin başkanı, kuraklık mağdurlarını rahatlatmak amacıyla federal hükümetin 25 milyon dolarlık ödenek önerisini tartışmak için kongre’nin huzuruna çıktığında şöyle diyordu: “Bütün dileğimiz bizi rahat bırakmanız, bırakın da işimizi yapalım.”******
Bunların yanısıra, din Amerika’nın yurtseverliğini de pekiştirmiştir. Amerika’ya kaçan dindar grupların, daha en başından beri kuvvetle inandıklarrı şey, Tanrının planına göre kendilerine verilen özel bir rolle özel bir yere yerleşmekte olduklarıydı —bir tepenin üzerinde bir kent, dünyanın geri kalanı için bir işaret feneri. Amerika uzun zaman kendisini kurtarıcı bir ulus olarak görmüştür. “Örneğimizden aldıkları cesaretle, ardarda uluslar adımlarımızı takip edecek, ta ki bütün dünya özgür olana dek” ondokuzuncu yüzyılda yaşamış bir papaz olan Lyman Beecher böyle diyordu. Yurtseverlik ve din karşılıklı olarak birbirlerini güçlendirmektedir. Eisenhower’ın başkanlığı sırasında dindar grupların, Bağlılık Yemini’ne (Lincoln’ün Gettysburg konuşmasına kullandığı) “Tanrının idaresinde” ifadesini ekletmelerinin sebebi budur —Muhafazakarlar Bağlılık Yemini’nin özgün versiyonunun sosyalist eğitimci Francis Bellamy tarafından yazıldığını not ederler.*******
Notlar:
* G. Wills, Under God: Religion and american Politics (New York: Simon & Schuster, 1990), s.370.
** J. A. Morone, Hellfire Nation: The Politics of Sin in American History (New Haven: Yale University Press, 2003), s.127.
*** J. Parker, “Survey of America”, Economist, 8 Kasım 2003, s.14.
**** Bkz. R. Fogel, The Fourth Great Awakening and the future of Egalitarianism (Chicago: University of Chicago Press, 1999).
***** Alıntı olarak S. M. Lipset, “American Exceptionalism Reaffirmed;” Is America Different? A New Look At American Exceptionalism’de yer alır, ed. B. Shafer (Oxford: Clarendon Press, 1991), s.25.
****** A.g.y., s.26.
******* G. Healy, “What’s Conservative About the Pledge of Allegiance?” Cato Enstitüsü, 4 Kasım 2003,
http://www.cato.org/dailys/11-04-03.html .
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...