Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

>Okuyun, okunun!

>

Kitap okumak veya yazmak, iddia etmiyorum ki, kitap tavsiye etmekten zor! Belki de imkânsız! Ancak evvelce Real Fiesta blogunda görmüştüm; amazon’da mı yoksa başka bir satış platformunda mı, bir yerde ucuzluk varmış da kitap siparişi vermiş, kargo pakedi eline ulaşınca hemen bloguna sarılmış, heyecanını okurlarıyla paylaşmıştı. Tuhaf! Ama ilgimi çeken bir davranıştı; zira insan neden okuyacağı kitapları sergilesin ki? Okumuş olduklarını segileyenler daha makûl bir iş yapmış oluyorlar da, okumadan bunu yapanlar hangi akla hizmet ediyor?

Ümraniye’de kurulan kitap çadırına giderken bunu düşünüyordum, sigaramı yaktım, yer yer kalabalıklaşan caddeye varmazdan evvel ne kadar uzun bir süremin burada tükendiğini de düşündüm. Daha doğrusu düşünmedim, geçtiğim yollar, yıllardan beri hiç değişmemiş gibi duran binalar ve hatta inanır mısınız, ev önü arabaları… ev önü küçük bitkileri hepsi aynıymış da ben de öyle, onlar gibi kalmışım gibi, hissediverdim. Mekân ve zaman bana bunları düşündürdü, ben kendi başıma düşünmedim! Sonra ne ilginç, ne alâkaysa, geçtiğimiz senelerden birinde bir parkta, yağmurlu bir akşam, Jack Nicholson’ın 70’lerdeki filmlerinde sergilenen serserilerin icraatlarını andıracak şekilde “serserice” bira içişim, umutsuzluğum aklıma geldi. Yitirdiklerim, yitirmediklerim, yitirmek üzere olduklarım, belki hiç yitirmeyeceklerim… Hepsi sigaramın dumanına karıştı, sadece benim duyabildiğim yanan sigara hışırtısı eşliğinde, beynime sızan hatıralar oldular. Belki de Ümraniye’de bu akşam-üzerenin havasıydı o parkta içtiğim biranın tadını ve o günlerde beynimde ur gibi taşıdığım sıkıntıların ağırlığını anımsatan. Tuhaf! Kitap tavsiye etmeyi bile beceremiyorum! Hemen serkeş zihnim harekete geçiyor, arzularımı dizginliyor; belki bozguna uğratıyor, belki bastırıyor, belki canlı intihar bombacısı kesiliyor, kendisiyle birlikte her şeyi patlatıyor.

Her neyse. Şimdi ciddi bir adam olarak kitap tavsiyesine yani o müşkül işe girişiyorum!

En yukarıda alt alta gördüğünüz, daha yeni fotoğrafladığım (alttaki tek tek fotoğrafları da yeni çektim) kitapları yeni aldım (en alttaki hariç, onu da ayrıca açıklayacağım); yukarıdaki bahsettiğim (aynı zamanda içsel) yolculuk sonunda edindim! Hem de Ramazan zamanı “Ramazan çadırı” olarak kullanılan bu çadırda bu kitapların hepsini 10 ytl’ye aldım! Campania! Batı İtalya’da bir bölgeydi aslında! Hayatımız campaign! Heyecanlı mıyım? Hayır, değilim. Duyguları alınmış, çiğ bir patates kadar serin-kanlıyım. En üstten başlayalım.

Hannah Rachel Bell, Erkek İşi // Kadın İşi: Dünyanın En Eski Kültüründe Cinsiyetin Rolü, Çev. Meltem Erkmen, Epsilon Yayınevi, 1. Baskı 2003, (sf. 243)
Bu kitabı nicedir edinmek istiyordum; zira şu “kadın – ataerkil düzen” meselesine kafa yorduğumdan beri Epsilon’un bir seri olarak yayınladığı bu kitaplar gözüme batmaya başlamıştı. Farklı kültürlerden kadın-erkek (ama ziyadesiyle kadın) manzaralarını ciddiyetle inceleyen bu kitapları Türkçeye kazandıranlar hayırlı bir iş yapmış oluyorlar. Kadın Bağımsızlığı Hareketi‘nin etkin üyelerinden H. R. Bell’in (yazarla ilgili detaylı bilgi için bkz. http://www.hannahrachelbell.com/about/) bu kitabı da, bu minvalde çok işime yarayacak. Kitabın alt başlığı “Dünyanın En Eski Kültüründe Cinsiyetin Tinsel Rolü“; kitapçılarda (az az) baka baka, kitabı neredeyse bitirecektim; sonunda elimde ve itinayla bitirebilirim! Yakın bir tarihte, uygun bir yayın mecrası bulursam, Kadın – kadınlık – ataerkil düzen – gelenek – mythos etiketlerinin güvenle yerleştirilebileceği, ciddi bir makale yazacağım. Evvelki kadın – ataerkil düzen yazılarını düzenlemem gerekiyor bunun için. H. R. Bell’in bu gibi kitaplarından aldığım destekleyici materyallerle de besleyeceğim.

Kitap, Avusturalya yerlilerinden Ngarinyin kabilesindeki kadın-erkek ilişkilerini anlatıyor. Dahası bu kabiledeki kadınlarla erkekler arasında ne denli “üstünlük” savaşı olmadığını gösteriyor. Bunda elbette doğayla oluşturulan bütünlüğün önemi büyük; insan, insanlığını “din”leştirmemiş bir durumda adeta. Bu kabileyi, kadınını, erkeğini, doğayla bütünleşmenin erdemini, modern itklerimizden uzakta kalmış bir alemi, bambaşka bir dünyayı seyre dalmak istiyorsanız, bu kitabı edinin; vaktim olursa birkaç günde bitireceğim. Kitaptan kısa bir bölüm:

“… Ateş yakıyorlar, su taşıyorlar; özel yapraklar, bitkiler topluyorlar ve şarkı söylüyorlar. Uzaklarda bir başka kampta, erkekler ve ergin kızlar yaşlı kadınlarla birlikte çocuklara göz kulak oluyorlar. Baba biraz uzakta özel bir yere götürülüyor. Burada yaşlı adamlar onun üzerindeki rahatsız giysileri çıkarıp beline saçtan bir kemer bağlıyorlar. Baba kemerin uçlarını tutuyor ve destek almak için sıkıyor. Bacaklarını açıp sırt üstü uzanıyor; çocuklarını doğurmak üzere olan karısına enerjisiyle destek olmak için kemeri iki ucundan tutup çekiyor. Rüzgârı içine çekmek için açılıyor, bedeninde açık bir kanal yaratıyor. Onun soluk alıp verişi, doğumun soluk alıp verişini, soluyan ve doğuran Toprağı andırıyor. Enerjisini ve soluklarını karısına aktarıyor.” (sf.64)

*****

H. Hendershot, İsa Aşkına Dünyayı Sarsmak, Evanjelizm: Medya ve Muhafazakârlık, Çev. Güneş Ayas – Bora Çağlayan, Salyangoz Yayınları, Birinci Basım 2006.

Yanılmıyorsam ilkin iki hafta önce aynı çadırda görmüştüm bu kitabı, ama almamış onun yerine Bukowski’nin bir kitabını almıştım. Bugüne nasip oldu almak. Özellikle önceki “bay başkan” Jr. Bush’un (Bushoğlu Bush) döneminde yeniden tartışma konusu hâline gelen “Evangelizm”in ABD medyasındaki etkisini konu alması beni doğrudan ilgilendiriyor; zira muhafazakârlık, bizim de AKP döneminde ciddiyetle tartıştığımız bir mesele. Kitap ciddi bir üslupla kaleme alınmış ancak konunun civcivli tarafları olduğu için akıcı bir şekilde okunabilirliği de bulunuyor olmalı; “olmalı” diyorum zira henüz okumadım, Türkçeye nasıl çevrildiğini de bilmiyorum. Çevirmenlerin dilini beğenmezsem, İngilizcesini arama yolunu yeğ tutarım haberiniz olsun. Sizin niye haberiniz olacaksa…

Kitabın çok sağlam bir kaynakçası ve dipnotları bulunuyor. Kitap ilkin, akademik çalışmalar esnasında sık karşımıza çıkan bir yayınevinden University of Chicago Press tarafından basılmış. Üç ana başlık var: Metalaşma – Cinsellik – Film Yapımcılığı. Onların da alt başlıklarından -dikkatimi bilhassa çeken- bir kısmı şöyle: “Kâr Amaçlı Peygamberler: Hıristiyan Kökenl Kültür Ürünleri ve İsa’nın Pazarlanması“; “İyi Müzik Neden Hep Şeytanın Olsun ki? Hıristiyan Müziği ve Seküler Pazar“; “Kutsallık Yasaları ve Kutsal Homoseksüeller: Gay-Lezbiyen Hıristiyan Alt-Kültürünün Değerlendirilmesi“. Tam 400 sayfalık bu kitaptan çok malzeme çıkaracağımı düşünüyorum; zamanla üstüne konuşuruz, dertleşiriz.

Not: İngilizcesinin bir kısmına şuradan ulaşabiliyormuşuz:
http://books.google.com.tr/books?id=fgtgHxVqMK8C

*****

Ha Jin, Çözülme, Çev. Yunus Saltuk, Epsilon Yayınevi, 1. Baskı 2004.


Bu kitapla ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Geçenlerde raflarda görmüş, es geçmiştim. Aşinalık yaratmasının nedeni, bundan birkaç ay evveldi galiba, ya bir gazete ya da kitap ekinde yazarla ilgili bir yazı okumuştum. Ha Jin, yani kitabın yazarı 1956 Çin doğumlu. Ancak kariyerini batıya doğru yöneltmiş ve Boston Üniversitesi’nde İngilizce profesörlüğü yapmaktaymış. Kitaba dair hiçbir fikrim yokken, yazarıyla ilgili yazılmış tanıtım yazısından hareketle bu kitabı satın aldığımı tekrarlayayım. Ben de bir pazarlama ürününe kapılmış olabilirim; son birkaç 10 senedir batıda sıklıkla karşımıza çıkan doğuya yönelip, doğu değerlerini yeniden tanıma aşkının bir neticesi olarak şişirilmiş bir yazar da olabilir. Herhangi bir fikrim yok, zira bir eserini alıp incelemedim. Yazarı detaylı bir şekilde tanımaya bu eserinden başlayacağım. Batının özellikle de plazma kadınlarındaki maneviyat açlığını göz önünde tutarsanız, “şişirilmiş olmak”la neyi kast ettiğimi anlayabilirsiniz. Yazar birçok ödül almış batıda, ama “batıda”. Bizim Orhan Pamuk gibi bir nevi. Tanıtacağım bir sonraki kitap ise doğrudan değilse de, bir yönüyle bu duruma eklemlenebilir. Hemen anlayacaksınız zaten!

*****

Suat Yıldırım, Oryantalistlerin Yanılgıları: Oryantalistlerin İslâm Araştırmaları Üzerine Düşünceler, Ufuk Kitap, 2. Baskı, 2006.

Suat Yıldırım, benim bildiğim kadarıyla Ankara İlahiyat’tan mezun olmadan önce Diyarbakır’da bir köy okulunda ilk öğrenimini tamamlamıştır. Nerede duyduğumu ya da okuduğumu anımsayamıyorum fakat köy okullarından çıkma âlimlerimizden biri olmasına vurgu yapılmıştı; önemli bir kafadır Suat Yıldırım, köylerden, kasabalardan, istenince nasıl gelişim gösterilebildiğinin göstergesi, örneğidir.

Suat Yıldırım birkaç sene evvel tartışmalı bir işe imza atarak “Fethullahçı”, “Diyalogcu” damgalarını yedi. Yememeliydi ama yedi. Bu ülkede kolayca etiketlenebiliyorsunuz. Kuran mealinde kimi ayetlerin altına düştüğü notlarla, söz konusu ayetlerin İncil’de ya da Tevrat’ta karşılığının bulunup bulunmadığını belirtti. Bu tartışma yarattı; zira Kuran meali, Kuran mealidir! Bilimsel araştırma kitabı veyahut mecrası değildir. Kuran’da göre İncil de, Tevrat da “hak kitap” özelliğini yitirmiş, değersiz kitaplardır. Suat Yıldırım’ın bu çalışması, Diyalog karşıtları tarafından eleştirildi. Benim fikrimi sorarsanız, buradaki “Fethullahçı” etiketlemesi dışında, yapılan eleştiriler haklıydı; Suat Yıldırım bilimsel bir makaleyle ya da telif bir eserle derdini anlatabilirdi; bunun yeri Kuran meali değildir. Yukarıda söylediğim gibi, Kuran, Kuran’dır.

Burada tanıttığım kitaba gelirsem; ilk söylemem gereken kitabın sağlam bir dilinin ve kaynakçasının bulunduğu olmalı. Biraz karıştırınca sağlam bir kitap olduğunu anlıyorsunuz. Şimdiki devlet bakanlarından olan ilahiyatçı Mehmet Aydın’ın Ufuk Kitap yayınlarından çıkmış, üç eserini almıştım. Çok faydalanmıştım; bu da fazla materyal sağlayacak gibi duruyor. Üzerine konuşuruz.

*****
Morris West, Tanrının Soytarıları, Çev. Hulusi Özaykun, Cep Kitapları A.Ş., İstanbul 1983.


Bu kitabı bugün almadım. Bundan birkaç ay önce yanılmıyorsam Beyazıt’taki, bizim Edebiyat Fakültesi karşısındaki deri montçuların yanında bulunan sahaflar çarşısının ikinci katından (ne tamlama oldu böyle) almıştım. Yine yazarına bakıp aldığım kitaplardan biri. Evvelce yine Morris West’in Türkçeye Gemici olarak çevrilen The Navigator’unu okumuştum. Kitap, meşhur Lost dizisine öncülük teşkil edebilecek bir hikâyeye sahipti. Bir adaya düşen gemi yolcularının kendilerini ve ilişkilerini sorguluyordu. Sahafta bu kitabı görünce hemen aldım, fakat okumaya daha yeni başlayabildim. Hatta yeni’sini de söyleyeyim, dün gece/sabaha karşı yatmadan önce! Bunun tanıtımını ise “addendum” ya da “bonus” kabul edin. Şimdilik sadece özetini verebilirim: Papa XVII. Gregory (Jean Marie Barette), dünyanın kıyamet gününe yaklaştığına ilişkin Tanrı’dan vahiy aldığını iddia edince Vatikan’daki kardinaller ondan görevi iade etmesini yoksa adını deliye çıkaracaklarını söyleylerler. Böylece Papa gelen tehditleri göz önünde bulundurup Papalıktan istifa eder; fakat yaşadığı uhrevî deneyimi de göz ardı etmez. Eski arkadaşı Carl Mendelius’a bir mektup yazarak kendisine yardım etmesini söyler; bunun üzerine Mendelius da arkadaşının gerçekten delirip delirmediğini ya da gerçekten vahiy alıp almadığını incelemeye başlar. İşte ben de tam bu noktada uykuya daldım! Eseri bitirmeden rahat etmem de, 400 sayfalık bu eseri üç günde bitiremeyeceğimi de bilmenizi isterim, ne işinize yarayacaksa!

Sıkıldım tamam yeter, tanıtım işi zor demiştim ya, gerçekten zormuş.

Herkes kendi kitabını bulur, ya da kitap onu bulur.

Okuyun, okunun.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: