One Flew Over the Cuckoo’s Nest
Filmiyle ilgili ilk söylemem gereken şey, insanlığın jest ve mimik açısından geleceğini karartabilecek bir yapıda rahatsızlık içerdiğidir. Jack Nicholson olmak kolay değil, ama onun jestine, mimiğine öykünmek çok daha karmaşık bir kafa güzelliği gerektiriyor. Bazı geceler uzak otoyoldan “gece izniyle” geçen kamyonların seslerini duyarız. İşte bir yerde Jack Nicholson da sessizliği dinliyor, Billy içeride sevişirken. Bana kalırsa bu sahne, filmin zirve noktasını teşkil ediyor. Önce videoya bakın, sonra konuşalım.
Dün bir biraderle batı uygarlığının ne kadar çok tabula (yasa tableti) ve regula (kural) uygarlığı olduğundan bahsediyorduk, bu film aklıma geldi. Kuralların işlediği bir batı aleminde, işlerliğin tek garantisi bu düzenin kendisidir. Düzen, kurallılıkla ayakta kalır. Hemşire Ratched (Louise Fletcher) işte bu kurallılığın sembolü. Bu kurallı işleyen fabrikanın başına ya da ustabaşılık görevine dahi bir adam getirmenize gerek yok, tablet varsa, yasa varsa en aptal adam bile bu sistemin işlerliğini sürdürebiliyor. Bunu her alanda görüyoruz, siyasette, parti örgütlenmelerinde, sosyal kuruluşlarda, devlet kademelerinde, sanat eserlerinde ve hatta futbolda.
Disiplin ve kurallılık, kahramanların ya da ortalamanın üstündeki ultra zekâlı bünyelerin yücelteceği bir sisteme gereksinim duyulmasının önüne geçiyor; hikâyedeki terapi saatleri, kimi noktalarda izleyicinin hemşire Ratched’den nefret etmesini gerektiriyor; nitekim onun fazladan 1 dakikaya ya da beyzbol maçının izlenip izlenemeyeceğine ilişkin yapılan oylamada fazladan bir oya ihtiyacı yok; terapiyi başlatmıştır bir kere ve başta Billy olmak üzere, görünüşte terapiyle daha da kötüleşmiş gibi duran hastalar mevcut hallerine rağmen terapiyi sürdürmek zorunda olduklarına dair şartlanmış durumdadır. Kurallar böyle istiyor. O televizyon açılmayacak ve belirlenen saatte, belirlenen içerikle terapi sürdürülecek. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir; yeter ki kurallar işlesin. Böyle bir işlerlikte R. M. Mcmurphy (Jack Nicholson) gibi aykırı zekâlı tiplere yer yok, ya hapistir lâyık oldukları yer ya da akıl hastanesi. Kurallar kuralların şartı ve gereğidir. Hikâye bunu müthiş bir şekilde anlatıyor.
İzleyicinin katı kuralları yüzünden hemşire Ratched’e uyuz olmasının nedeni biraz da hastaların içine düştüğü çaresizlikteki gam yükü olsa gerek. Louise Fletcher’in müthiş oyunculuğuyla, hemşirenin her an otoriteden vazgeçeceğini, bütün kuralları tek bir gülümsemeyle yıkabileceğini düşünüyoruz. Hatta avanakça bekliyoruz. sanki her an biraz olsun kurallardan taşacak da, sağladığı düzeni alternatif tıp yöntemleriyle başka bir mecraya çekebilecekmiş gibi bir his uyanıyor içimizde.
Ama olmuyor, pamuk ipliğine bağlı bir düzleme çekiyor izleyiciyi; -her an- koptu kopacak bir seyir halinde oluyoruz. Ama hiçbir şey olmuyor; K-Pax’teki gibi akıl hastanesi curcunası biraz olsun insanîliğin her türlü ilaca ve katı kurala üstün gelebileceğini düşündürtmüştü, burada ise ya kendi isteğiyle hastanede bulunan hafif ya da ağır hasta durumundaki kişilerin alternatif bir yolla rahat nefes alabilmesi mümkün görünmüyor. R.P. Mcmurphy daha gelir gelmez salondaki müzikten rahatsız, oysa o müzik de hastaları dinlendirsin diye çalınıyordu. Terapi deseniz, hastaların daha da anormalleşmesine katkı sağlıyordu; özellikle de hemşire Ratched’ın, odada sevişen Billy’nin annesiyle ilgili saplantılarına vurgu yaparak ondan intikam alır gibi kurallılığın bozulamayacağını göstermesi bütün bu düzenin mekanikleşmesinin neticesi. mekanikliği bozan, dişlileri ve dişleri gıcırdatan R. P. Mcmurphy gibi arıza bir tip; oysa burada böyle bir tip kahramanlaşıyorsa, sistemin kendisi eleştiriye maruz kalmalı.
Ben bu filmde gördüğüm düzen eleştirisini en âlâ mesaj kaygılı filmlerde görmedim. Klâsik bir söylem olmakla birlikte doğruluğunu teyit etmekte zorlanırım, ama “hakkaten ya“lık bir tarafı da var, “doğuya kurallılık batıya ise insaniyet gerek“. Humanitas‘tan humanity‘e, bunun bile kitabını yazmış olan batıya insanlığı doğulular öğretecek değil ama kuralların etiği ve düzenin mekanikliği tartışılmalı.
Filmin çekildiği 70’lerden bugünlere çok şey değişti, ne insanlar arasında ne de ülkeler arasında sınırlar belirgin; aksine kimlikler silik bir kalemle yazılıyor. Ama yine de belirleyici nitelik olan “kurallı olma” ile “kurallı olamama” arasındaki ayrım, bir tarafın yaşla birlikte yandığını diğer tarafın yaşla birlikte daha da yaşlandığını gösteriyor. Kurallar iyi hoş, ama etiği tartışılmaya ve her daim sorgulanmaya muhtaç. Kendi hayatlarımızda bile hemşire Ratched’lardan hoşlanmıyoruz, birileri bizi kitabına uygun, doğru kurallarla yontmaya kalkıştığında daha da kötü bir hale geliyoruz, günün bu karmaşasında chef gibi susmak ya da “artık büyük adam olduğunu hissedip kaçmak” bazen, sınırları belirlenemeyen düzenin camını çerçevesini indirmek anlamını taşıyabiliyor.

Aslına bakarsanız, kurallı olsun olmasın her düzende R. P. Mcmurphy aktivizmi ve hiperaktifliği başlı başına bir olay anlamını taşır, “ölür müsün, öldürür müsün” derler ya, işte tam öyle. Düzen, böyle aykırı adamların karşısında ya öldürmeyi tercih ediyor ya delirtmeyi (deli kabul etmeyi). Film de zaten televizyonu izlemek için, açık olmasının gerekmediğini ve ortadan ikiye bölünmüş bir sigaranın aslında bir sigara etmediğini anlatıyor; bu da yaşarken ölmenin ya da “ölmüş de haberi yok“un delicesi. 8.5/10
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
>Sen de Mcmurphy kadar aykırı değil misin sanki,film yazın biraz da ''kendini anlatıyormuş da haberi yok''un delicesi.Deli! 🙂