>"Felsefe – Filosof" – Ş. Teoman Duralı
>”…
(1) `Filosof`, içinden çıktığı kültürün değerlerini taşır. O kültürle yolunu bulup biçimlenmiştir. Felsefeciler yahut fılosoflar da herkes gibi toplumunun, kültürünün insanıdır. Zaten aksini düşünmemizin imkânı yok. Çünkü kültür bizi belirleyen, meydana getiren içine doğup içinde geliştiğimiz bir olaydır. Fakat filosof, kültürünün dar çizgileri, sınırları içinde hapis kalmaz. Filosof olmanın başta gelen şartı, mensub olduğu kültür çerçevesini aşabilmesidir. Filosof herhangi biri değil. O, dahîdir. Dâhiliğinin en belirgin özelliği hayâlgücünün genişliğidir. Filosof, hayâlgücünün genişliği ölçüsünde kültürün çizdiği ufukları aşar.
Felsefeci ile filosof farklı kişilerdir. Filosof, özgün bir yapıyı meydana getiren kimsedir. Elbette bu yapı güneşin altında hiç görülmemiş bir olay değil. Fakat özgün ve yeni ufuklar açan yönler içerir. Filosof, yeni ufuklar; her durumda bağrından çıktığı kültüre yeni kapılar açan biridir. Özgün ve yeni bir ufuk açamayan kişi filozof değil; sâdece yorumcu, yânî Türkcede felsefeci dediğimiz kişidir. Kısacası filosof için yerellikten evrenselliğe yol alan bir düşünce yapısının müellifi, denilebilir.
(2) Osmanlı Devletinin inkırazı ile düşünce kabiliyetimizin çözülüşü iç içedir. Hangisinin ötekini tetiklediği cevaplandırılamaz cinsten bir sorudur. Vukuu bulan, geçmişte örneğine defalarca rastgeldiğimiz olaylardan yalnızca bir devletin çöküşü olmayıp bir medeniyetin batışıdır. Medeniyet, düşünmenin malzemesi ile, dil başta gelmek üzre, aracını hazırlar. İmdi çöken medeniyet, en üst seviyeden katlanarak düşünme demek olan teemmülü dahî girdabına çeker götürür. Sonuçta bugün bizde görüldüğü gibi, iğdiş edilmiş bir dil müsvettesiyle gündelik günübirlik bayağı düşünme seviyesinin -daha doğrusu, seviyesizliğinin- üstüne çıkılamaz. Düşünmenin olmadığı ortamda ürünü düşünceye elbet ihtiyaç da duyulmaz.
Düşünmekten kastettiğimiz basit bir olay değil. Kişi, ayakkabı boyarken de devleti hortumlarken de düşünüyor. Ama düşünmekten kastettiğimiz bu değil. Düşünmek tam tamına meditation’un karşılığı olup tefekkür dediğimiz şeydir. Bu salt düşünme yahut katlanarak düşünmenin bulunmadığı ortamda, bu sürecin verimi düşünceye de felsefeye de ihtiyaç duyulmaz.
(3) Filosofluk bir dehâ işidir. Dehâyı nasıl tarif edeceğiz? Her şeyden önce zengin bir hayâlgücüdür. Onu sonradan edinemezsiniz. İçinden çıktığınız ortam sizi teşvik eder. Hep aynı örnek: Einstein 1890lı yılların Orta Avrupasında, Almanyasında değil de, Kongoda yahut Sibiryanın ücra köşesinde yetişeydi ne olurdu? İhtimâl, köyün delisi olacaktı. Einstein’ın dehâsının tohum gibi açılıp serpilebilmesi için bereketli toprağa düşmesi gerekmiştir. Bu durum, bütün olağanüstü insanlar için söz konusudur. Christoph Colomb, İtalyada olağanüstü hayâlgücünü gerçekliğe dönüştürecek siyasî ile iktisadî şartları bulamadığından, bunu gerçekleştirebileceği başka bir ülkeye gitmek zorunda kalmıştır. Türkiyede felsefe çalışmalarının durumu buna benzemiyormu?
(4) Bugün Türkiyede felsefe geleneği diye bir şey yok. Bununla birlikte çok basit ve keçiboynuzu türünden felsefe öğretimi var. Felsefemiz olmadığından, hocalar nerede yetişmişlerde, hangi kültür dünyasından geliyorlarsa onu öğretiyorlar. Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümünde İngiliz-Amerikan çizgisi; İstanbul Felsefede üniversite ıslahatı sırasında gelmiş Alman filosoflarının etkisiyle hâlâ Alman geleneğinin metafiziği hâkimdir. Galatasaray Üniversitesinde Fransız felsefesi yürürlüktedir. Diziyi alabildiğine uzatabiliriz. Felsefe Bölümlerinde görev alan hocalarımız hangi kültürün felsefe geleneğinden geliyorlarsa onu tedris ediyorlar. Seksen yıllık süreçte düşünce dünyamız dehşet verici biçimde sınırlandı. Sonuçta yaptığımız, Avrupada belirmiş felsefe geleneklerine sadece secde etmektir. Şimdilik, Doğuya, meselâ Çine açılanımız olmadı. Çünkü orası hayalhanemizin ötelerinde kalmıştır.
Hemen hemen her üniversitemizde felsefe okutulmakta, ortalığı felsefeciler ordusu sarmaktadır. Ne gereği var? Bu durum da plansızlığın programsızlığm bir başka örneği. Üniversitelerimizdeki felsefe bölümlerinin hiçbirinde Hint yahut Çin düşüncesinin okutulduğunu göremezsiniz. Okutmak da kimsenin aklına gelmemiştir.
Akademisyenlerimizin büyük çoğunluğunun aklı, önüne konulanın dışında bir şeyi düşünmeye ermiyor. İslâm felsefesi öğretimi de aynı şekilde son derece güdük kalmıştır. Son yirmi yılda dünya çapında İslâmın yükselişe geçmesi sayemizde olmamıştır. Komunismin çöküşünden sonra Avrupa-amerikanın saldıracağı hedef kalmayınca, yeni bir tanesi keşfedildi: İslâm. Bu, tabîî, Türkiyede de rağbet kazandı. Kimileri yeniden Müslümanlıklarını keşfettiler. Kimileri de “ben Müslüman olmasam bile günümüzün büyük sorunudur, bu soruna bir bakayım nedir?” demeye başladı. Kültürümüzün ve düşünce hayatımızın neden bunca kötürüm hâle geldiği Osmanlının son dönemlerinde düşünürlerimizi rahatsız eden bir soru olarak karşımıza çıkar. Bunun temelinde daha sonraki dönemlerde `yaşadığımız kültür kırımları aptallığımıza zemin` `hazırlamıştır`. Kimi aydınlarımızın tersine, aptallığımızın biyolojik esaslı olduğunu düşünmüyorum. Demekki bu, özümüzden gelen bir olay değil. Hiçbir toplumun aptallığı özünden gelmez. Bu, tamamıyla kültür olayı olup temelinde eğitim ile öğretim yatar. Toplumun akıllanmasının yahut akılsızlaşmasının temelinde eğitim – öğretim vardır. `Bizde süreç akılsızlaşma yönünde yürümüştür`. `Akılsızlaştırıldık`.
(5) Öncelikle felsefe-bilim geleneğimiz olmalı ki, Türk felsefe-biliminden bahsedebilelim. Felsefeyi anlatmak istediğimizde gerek milletimize gerekse dünyaya ne sunacağımızı belirlememiz lazım. Eskiden felsefe ansiklopedilerinde, günümüzdeyse internette her millete bir felsefe yamanmaya çalışıldığını görüyoruz. Felsefe yapan üç, beş adamın varlığı, felsefe-bilim geleneği bulunuyor anlamına gelmez.
(6) İslâm felsefesi, Türk, İran ile Arap felsefeleri şeklinde ayrışmazdı. Türkü, Arabı, Kürdü, İranlısı, Hintlisi, Afrikalısı ve hattâ Yahudisi hep birlikte İslam felsefesinin filosofları olmuştur. İslâmda ümmet kavrayışı, kavmiyeti iyiden iyiye bastırmıştır. İnsanlar evlerinde ister Türkçe, ister Farsça, ister Kürtçe, ister Arapça konuşsunlar, kamu hayatına girdiklerinde ayrılık gayrdık ortadan kalkmıştır. İslâm medeniyetinin hâkim olduğu dönemlerde bir Türk yahut Arap felsefesinden bahsetmenin anlamı yoktu. Felsefe-bilim yazılarını Arapça yazdıklarından, Arap felsefesi diye adlandırma da yanlıştır. Doğruysa, o takdirde günümüzde çoğunlukla felsefe-bilim yazıları artık İngilizce kaleme alındığından, bütün felsefe-bilim çalışmaları ile araştırmalarına İngiliz dememiz gerekir. Öte yandan, günümüzde felsefenin millî dilde yazılıp çizilmesi elzemdir.
Felsefeden bahsedenlerin de felsefe adına ortaya koydukları önemli bir şey yok. Kurumlaşmayı yahut gelenekleşmeyi bir tarafa bırakalım; en azından, felsefecilerimiz çok önemli şeyler söylemeliler ki, talebeleri onları takib etsinler. Eflâtun yahut Aristoteles felsefe adına çok önemli şeyler söylemişler ki, onları takib edenler felsefeyi kurumlaştırıp bütün çağlara bunun damgasını basmışlar. Benzerini Alman felsefesinde görebilirsiniz: Hegelciler, Kantcılar var. Peki, Türkiyede kimden söz edebilirsiniz ki? Hasancılar, Ahmetciler, Mehmetciler tarzında adlandırılabilecek felsefe çizgisinden dem vurabiliyormuyuz? Ne yazık ki, Türkiyede böyle bir felsefe geleneğini oluşturabilecek kıvılcım bile yok. Türkiyede felsefe dersleri veriliyor diye bir tanıtımda bulunsanız, kimin ilgisini çeker?
Haddizatında 1950lerden itibaren Einstein, Heisenberg, Heidegger, Adorno, Jaspers, Ortega y Gasset gibi devlerin ölümleriyle birlikte yeryüzünde filozof-bilimadamlığının da yerinde yeller estiğini söyleyebiliriz.
…”
Ş. Teoman DURALI
Kutadgubilig, s.15, Mart 2009, sf.11-13
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
>Merhaba!Sormak istediğim çok soru olsa bile, bir türlü yerini bulamadım. Ama kutadgubilig adıyla yayımlanan bu dergiyi nereden bulabilirim, birde email yollarsam, sorularıma dair, zamanınızı ayırıp cevap verebilir misiniz?Sevgiler…
>Tabi ki istediğinizi sorabilirsiniz.jimi_the_kewl@yahoo.co.ukKutadgubilig'e gelince, birçok yerde satılıyor diye biliyorum. http://www.kutadgubilig.com/10-abonelik/ adresinden abone olunabildiği gibi, özellikle de büyük kitapçılarda gördüğümü de hatırlıyorum. ama sürpriz satış noktalarında da karşınıza çıkabilir; ben Üsküdar'da Eminönü iskelesinin yanındaki gazetecide de gördüm mesela.