Carl Sagan’dan Karanlık Bir Dünyaya bakış
Carl Sagan
Anne ve babamı uzun yıllar önce yitirdim. Onlara çok yakındım. Hâlâ delicesine özlüyorum ve hep özleyeceğimi de biliyorum. Özlerinin, öylesine çok sevdiğim kişiliklerinin hâlâ bir yerlerde —gerçek ve doğru olarak— var olduğuna inanmak için öylesine büyük bir istek duyuyorum ki. Çok değil, yılda hiç değilse beş on dakika onlarla, konuşup torunlarından söz edebilmeyi, son haberleri verip onları sevdiğimi anımsatabilmeyi çok isterdim. Ne denli çocukça gelirse gelsin, bir yanım onların nasıl olduğunu hep merak ediyor. “Her şey yolunda mı?” diye sorabilmeyi istiyorum. Ölüm anında babama “Dikkatli ol” deyivermiş ve kendi kendime şaşırmıştım.
Kimi zaman düşümde anne-babamla konuştuğumu görüyor aniden —henüz düşün etkisinden çıkamamışken— gerçekten ölmedikleri, tüm bunların korkunç bir hata olduğu gibi çok güçlü bir hisse kapılıyorum. İşte karşımda canlı ve sağlıklı bir halde duruyorlar; babam sevimli şakalar yapıyor, annem havanın dondurucu olduğunu söyleyip boynuma bir atkı sarmamı öğütlüyor. Uyandığımda, gerçeği anımsıyor, yeniden yasa boğuluyorum. Açıkçası içimde bir şeyler ölümden sonra yaşam olduğuna inanmaya hazır bekliyor. Ortada güçlü kanıt olup olmadığı da umurumda değil.
Bu nedenle, kocasının mezarını ziyaret edip, arada sırada, belki de ölüm yıldönümünde onunla söyleşen kadını görünce kahkahayı koyvermiyorum. Onu anlamak zor değil. Konuştuğu kişinin ontolojik durumu biraz düşündürücü olsa da sorun değil. Burada söz konusu olan başka bir şey; insanların insan olmasıyla ilgili bir şey. Yetişkin Amerikalıların üçte birinden fazlası, ölülerle bir şekilde temas kurmuş olduklarına inanıyor. Bu rakam, 1977 ile 1988 yılları arasında yüzde 15 oranında artmış. Amerikalıların dörtte biri yeniden doğuşa inanıyor.
Ne var ki duygularımın ağır basması, bu uygulamanın her yana yayılmış bir dolandırıcılık yöntemi olduğunu bile bile, aramızdan ayrılmış sevdiklerimizin ruhlarıyla bağlantı kurduğunu iddia eden bir “medyum”un palavralarını kabullenmeyi isteyeceğim anlamına gelmiyor. Anne ve babamın deri değiştiren böcek ya da yılanlar gibi, kılıflarından sıyrılıp başka bir yere gitmiş olmalarını ne denli çok istediğimin farkındayım. Bu duyguların beni, pek de zeki olmayan bir sahtekâr, bilinçaltı dünyalarından habersiz normal insanlar ya da gerçekle bağlarının kopmasına neden olmuş ruhsal düzensizlikten muzdarip hastalar için kolay av kılabileceğinin far kındayım. Kendime soruyorum; nasıl oluyor da şu dünyadışı bağlantı kurucular ustalıklarını konuşturup bize başka türlü eldesi olanaksız, doğrulanabilir bilgiler sunmuyorlar? Neden Büyük İskender bize mezarının yerini; Fermat’nın Son Kuramını; John Wilkes Booth, Lincoln suikastının kilit noktalarını; Hermann Göring, Reichstag yangınının nasıl çıktığını söylemiyor? Neden Sofokles, Demokritos ya da Aristarkhos kayıp kitaplarını yeniden yazdırmaya çalışmıyor? Gelecek kuşakların kendi başyapıtlarını okumasını istemiyorlar mı yoksa?
Ölümden sonra yaşam olduğu yolunda iyi kanıt olduğu duyurulsaydı, incelemek için can atardım; ama kanıtın sırf söz değil, gerçek bilimsel veri olması gerekirdi. Mars’taki yüz ve uzaylılarca kaçırılma konularında olduğu gibi, yine acı gerçek avutucu fanteziye yeğdir diyorum. Üstelik işin sonunda, gerçeklerin aslında fantezilerden daha avutucu olduğu ortaya çıkar.
“Bağlantı kurma”, ruhçuluk ve tüm diğer büyücülük çeşitlerinin başlıca vaadi, ölünce aslında ölmeyecek olduğumuzdur. Hayır, kesinlikle ölmeyiz. Düşünen, hisseden ve anımsayan bir parçamız yaşamayı sürdürür. O her ne ise —ne madde ne enerji olan, ruh ya da başka bir şey— gelecekte, diye anlatılır bize; insan ya da diğer varlıkların vücutlarına yeniden girebilir; böylelikle ölümün yarattığı acı bir parça da olsa hafifler. Bundan başka, ruhçuluk ya da bağlantı kurma işi doğruysa, yitirdiğimiz sevdiklerimizle temas kurma fırsatımız da var demektir.
Washington Eyaleti’nden J.Z. Knight, 35000 yaşındaki “Ramtha” adlı biriyle bağlantı halinde olduğunu öne sürüyor. Ramtha, Knight’ın dilini, dudaklarını ve ses tellerini kullanarak çok iyi bir İngilizce ve bana Hint Hükümdarlığından kalma gibi gelen bir aksanla konuşuyor, insanların çoğu konuşmayı bildiğinden ve —çocuklardan profesyonel oyunculara kadar— birçok kişinin repertuvarında taklit edebileceği sesler olduğundan, akla gelen en basit hipotez, Ramtha adıyla konuşanın Bayan Knight’ın kendisi olduğu ve Pleistosen Buz Çağı’nda yaşamış ve cismini yitirmiş varlıklarla iletişim falan kurmadığı. Tersini gösteren kanıt varsa, duymayı çok isterim. Ramtha, Bayan Knight’ın ağzının yardımı olmadan kendisi konuşabilseydi, çok daha etkileyici olurdu. Ama öyle olmadığına göre, iddiayı nasıl sınayabiliriz? (Oyuncu Shirley MacLaine, Ramtha’nın Atlantis’teki erkek kardeşi olduğu kanısında. Neyse, bu da başka bir öykü; hiç girmeyelim.) Varsayalım ki Ramtha’yı sorgulayabiliyoruz. Onun olduğunu söylediği kişi olup olmadığını bilebilir miyiz? Yaklaşık olarak da olsa, 35 000 yıl önce yaşadığını nereden biliyor? Hangi takvimi kullanıyor? Aradan geçmiş binlerce yılın kaydını kim tutmuş? Otuz beş bin yıl artı eksi kaç? 35 000 yıl önce dünya nasıldı? Ramtha ya gerçekten 35 000 yıl yaşındadır ki, o zaman yaşadığı dönem hakkında kendisinden bir şeyler öğreniriz ya da sahtedir ve eninde sonunda bu adamın (daha doğrusu kadının) dili sürçerek kendini ele verecektir.
Ramtha nerede yaşadı? (İngilizce’yi Hint aksanıyla konuştuğunu biliyorum, ama 35 000 yıl önce nerede kullanılıyordu bu aksan?) İklim nasıldı? Ramtha nelerle besleniyordu? (Arkeologlar insanların o dönemde neler yediğini biliyor.) [Buraya bir not düşmek istiyorum; Carl Sagan hem bu eserinde hem de başka makalelerinde ısrarla “bilimin cevap veremeyece

ği hususlarda ‘sahte bilim/bilgicilik’ devreye girer, insanları mutlu eder, onlara ümit verir; bu yüzden bilimle, bilimsel teorilerle uğraşmak sıkıcı, ümitsiz; bilimdışı teorilerle uğraşmaksa çekicidir, ümit vericidir” düşüncesine karşı çıkar. Burada da mantığımızın ötesine geçerek 35000 yıl öncesinden günümüze gelen bir ruhun yemek kültürüne dair anlatamadığı bilgiler karşısında, arkeolojinin bize anlatabildiği, aktarabildiği bilgilerin çekiciliğini vurgulamak istiyor olabilir. Vermek istediği mesaj şu olabilir: Bilim sıkıcı ve basiretsiz değildir!
Cengiz] Yerel diller ve toplumsal yapı nasıldı? Ramtha kimlerle birlikte yaşıyordu —eşi ya da eşleri, çocukları, torunları var mıydı? Yaşam döngüsü, çocuk ölümü oranı, ortalama ömür ne kadardı? Doğum kontrolü kullanıyorlar mıydı? Nasıl giysiler giyiyorlardı? Giysilerini nasıl üretiyorlardı? En tehlikeli avcılar hangi canlılardı? Peki ya avcılık ve balıkçılık aletleri ile teknikleri? Silahlar? Yerel önyargılar? Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık? Ramtha “ileri uygarlık” Atlantis’ten geldiyse, dilbilimsel, teknolojik, tarihi ayrıntılar nerede? Yazıları nasıldı? Anlatsın bize. Tüm bu bilgilerin yerine önümüze konan sadece bayağı söylevler.
…İlk kilise rahiplerinden İskenderiyeli Klemens, (190 yıllarında yazılmış) Exhortations to the Greeks (Yunanlılara Öğütler) [Ne güzel, Klemens eserini İngilizce yazmış! Cengiz] isimli eserinde, putperest inanışları, günümüzde kulağa biraz iğnele yici gelen sözlerle reddediyor:
Yetişkin insanların öylesi masallar dinlemesine göz yumamayacak denli çok yol aldık. Kendi çocuklarımıza, susmaksızın ağladıklarında dahi, onları avutacak söylenceler anlatmak âdetimiz değildir.
Bugünse standartlarımız çok daha düşük. Çocuklarımıza duygusal olarak hoş anlamlar taşıdıkları için Noel Baba, Paskalya Tavşanı ve Diş Perisinden söz ediyor, sonra da erişkinliğe ulaşmadan önce kafalarını bu söylencelerden arındırmaya çalışıyoruz. Neden böyle bir geri adım atıyoruz? Çünkü yetişkin olarak ayakta durabilmeleri, dünyayı gerçekten olduğu şekliyle tanımalarına bağlıdır. Noel Babaya hâlâ inanan yetişkinler adına, haklı nedenlerle endişe duyarız.
Öğretisel dinler konusunda, filozof David Hume şöyle diyor:
İnsanların öyle konularda besledikleri kuşkuları kendilerine bile itiraf etmeye cesaretleri yoktur. Ölçütleri, sorgusuz inançtır ve asıl inançsızlığı, verdikleri güçlü hükümlerle ve yobazlıkla göstermiş olurlar.
Bu inançsızlığın, Amerika’nın devrimci yazarlarından Tom Paine’in The Age of Reason (Akıl Çağı) isimli eserinde ortaya koyduğu gibi, derin ahlaki sonuçları vardır:
Sadakatsizlik inanmak ya da inanmamak demek değildir; kişinin inanmadığına inanır görünmesi sanatıdır. Bu tür bir yalancılığın, toplumda yarattığı “yaramazlığı” hesaplamak olanaksız. Kişi inanmadığı şeylere inanır görünmeyi meslek haline getirecek denli değer yitimine uğramış ve aklının saflığına tecavüz etmişse, her türlü diğer suçu işlemeye de kendini hazırlamış demektir.
T. H. Huxley’nin aynı konudaki çözümlemesi ise şöyle:
Ahlakın temeli. . . hakkında kanıt olmayan şeylere inanır görünmekten ve bilgi sınırlarının ötesindeki sorgulanamaz önermeleri yinelemekten vazgeçmeye dayanır.
Klemens, Hume, Paine ve Huxley dinden söz ediyordu. Ancak, yazdıklarının daha genel uygulamaları da söz konusu: Örneğin, ticari uygarlığımızın dayatmacı zemini. Kimi aspirin markalarının reklamlarında, doktor rolündeki oyuncular, ürünlerinin ağrı kesici etken maddeden yalnızca doktorların önerdiği miktarda içerdiğini dile getiriyorlar; ne var ki bu gizemli maddenin ne olduğunu söylemiyorlar. Oysa ki, bu ürün söz konusu maddeden çok daha fazla miktarda (tablet başına 1,2 ile 2 kat daha fazla) içeriyor. Buyrun, alın onların ürününü. Peki rakip markanın aspirinlerinden iki tablet almayı düşünmez misiniz? Ya da “standart etkili” çeşitten daha çok işe yarayan diğer ağrı kesiciye ne dersiniz? Peki rakip markanın “ekstra güç” formülünü denemek ister misiniz? Bu reklamlar elbette ki bizlere her yıl Amerika Birleşik Devletlerinde binden fazla insanın aspirin kullanımı yüzünden öldüğünü ya da yılda 5000 kişinin, en çok satan Tylenol’de bulunan asetaminofen nedeniyle böbrek rahatsızlığına yakalandığını söylemez. (Bu nedensiz bir bağıntı durumu da olabilir.) Kahvaltıda bir tablet vitamin alabileceğimize göre, hangi mısır gevreğinde daha çok vitamin bulunmasını neden umursamalıyız? Aynı şekilde, kalsiyum besin maddesi olduğuna ve gastrit ile ilgisi bulunmadığına göre, bir asit giderici ilacın kalsiyum içerip içermemesi neden önemli sayılmalı? Ticari kültür, faturası tüketiciye çıkarılan benzeri yanlış yönlendirmeler ve eksik bilgilendirmeler ile dolu. Soru sormanız beklenmiyor. Düşünmeyin. Yalnızca satın alın yeter.
Özellikle gerçek ya da sözde uzmanların para karşılığında ürünlere yaptığı övgüler, kesintisiz bir kandırmaca sağanağı oluşturuyor. Bu kişiler müşterilerinin zekâsını küçük görüyor, bilim-sel nesnellik konusunda popüler tavırları sinsice zehirliyorlar. Bugün, kimileri epeyce hatırı sayılır bilim adamlarının, şirketlerin kurduğu tuzaklara ortak olduğu reklamlar bile var. Bize bilim adamlarının da para için yalan söyleyeceğini öğretiyorlar. Tom Paine’in dikkat çektiği gibi, yalanlara karşı hoşgörünün artması, birçok diğer kötülük için de zemin hazırlar.
…
Carl Sagan, Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı (The Demon-Haunted World – Science as a Candle In The Dark), Çev. Miyase Göktepeli, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Sf.203-209, 18. Basım, 2006.
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
>çok güzel bir yazı dostum.ilk 3 parağraftaki insanilik ama peşinden gelen haklı agnostik dokunuş ve devamındaki aklın saflığı deyişi ve ahlak tanımı…insan kendine dahi bu kadar dürüst olamaz.
>Gerçekten enfes bir yazı. Blog da çok güzel oku oku bitmiyor. 🙂
>İnsanı hiç yoktan mutlu edecek kadar güzel.