Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Gökyüzü bulutsuz olduğu için ihtiyar memnundu. Kuzeyde böyle geceler seyrekti. Yıllarca önce, yıldızları incelemeyi yeni öğrenirken kendisine alfabe işini gören İtalyan gökyüzünü hatırladı. Sonra ilk öğretmeni, müneccim Dominiko di Novara geldi gözlerinin önüne. Çok güç şartlarda çalışmak zorundaydı profesör Novara. Takvimler tertipler, fal kitapları yazar, güneş ve ay tutulmalarını hesaplar, uğurlu ve uğursuz günleri belirlerdi. Hiç sevmediği bu işlerle, ancak hayatını kazanmak için uğraşırdı. Yıldızları gözlemek için ilkin yaşamak gerekti.
Hey gidi günler…
İhtiyar, cübbesini ilikleyerek odasına döndü. Masanın üstünde elle yazılmış bir kitap duruyordu. Bu onun çocuğuydu. Bir çocuk, annesi için neyse, bu kitap da ihtiyar için oydu. Gerçi ihtiyarın çocuğu artık otuzunu aşkındı.
İhtiyar, «yazdıklarını dokuz yıl sonra yayımla» diyen Horatius’un tavsiyesini hatırladı. Artık hemen hemen dört kere dokuz yıl geçmişti, kitapsa hep el yazısında kalmış, masada duruyordu.
İhtiyar, büyük sayfaları karıştırdı. İlk sayfada Latince:
«Torn’lu Nikola Kopernik’in
Gök kubbelerinin dönmesine dair altı kitabı» diye
yazılıydı.
Kitabı bir defa daha bölüm bölüm gözden geçirdi. Kaçıncı göz gezdirişti bu Allah bilir!
Altı kitaptan ilkinde, dünyanın biçimi söz konusuydu. Dünyanın küre biçiminde olduğunu insanların kafalarına sokmak ne güçmüş meğer!
Kopernik, Laktansius adındaki filozofun şu sözlerini hatırladı: «güya dünyanın öte yanında, ot ve ağaçların kökleri yukarıya doğru büyüdüğüne, insanların da ayakları yukarıda, başları aşağıda olduğuna, ancak bir deli inanabilir.»
Hıristiyan olan bu Romalı hatip, bu güzel konuşma öğretmeni, bilimden yana yayaydı. Ama cahilliği, kendisinden daha bilgililerle alay etmesine engel olmamıştı. Oysa, çocukça düşünceleriyle asıl kendisi alay konusu olabilirdi.
Kopernik şöyle düşündü üzülerek:
«Aradan yüzlerce yıl geçtiği halde, daha Laktansius gibileri yok değil. Bir şeyi anlamak istemeyen insanları ona inandıramazsın. Cahil bilim adamları, bu kitabı okudukları zaman ne diyecekler? Dünyanın hareketsiz olduğuna inanmışken, birdenbire, ortadaki tahtta dünyanın değil, güneşin bulunduğu şu evren tablosunu görecekler. Güneş, bir hükümdar gibi gezegenler ailesini yönetiyor. Dünya, sadece bu altı üyeli gezegen ailesinden biri olup, Venüs’le Mars arasında kendisine ayrılan dairede dönüyor.»
Kopernik, düşmanlarını unutmuş, eserine, tablosuna imrenerek bakryordu.
Gezegenlerin bu biçimde yerleştirilişi, Aristoteles’le Prolemeus’tan beri herkesçe kabul edilmiş olandan daha doğruydu. Bu tabloda, gezegenlerin geriye dönüşlerini açıklamak için birçok daire çizmek gerekmemişti. Az buçuk matematik bilen, bu tabloya bakınca, örneğin Mars’ın niçin bazen küçük, bazen de büyük göründüğünü hemen anlar. Çünkü Mars, dünyadan bir uzaklaşır, bir de yaklaşır.
Gezegenlerin bu biçimde yerleştirilişinde, başka hiç bir yerde bulunamayan bir ahenk, aralarında sağlam bir bağlılık vardı ve astronomları rahatsız eden tüm çelişkileri, tüm uyuşmazlıkları bir çırpıda görüyordu. Astronomlar, yılın uzunluğunu tam olarak hesaplayacak durumda değillerdi. Az çok işe yarayacak bir takvim bile yapamamışlardı. Yıldızların hareketini hesaplarken, evren üstüne kurulmuş çeşitli nazariyelerden faydalanıyorlardı. Bu, bir ressamın, çeşitli tablolardan aldığı kol, bacak ve başlardan ucubeler yapması gibi bir şeydi.
Kopernik kendi hayatının sayfalarını çeviriyormuş gibi, kitabın sayfalarını çevirmeye devam ediyordu. Bu düzgün satırlarda ne büyük endişe ve şüpheler, ne çok uykusuz geceler gizliydi. Tek başına herkese karşı çıkmak kolay mıydı?
Kitap daha yayımlanmamıştı, hakkında sadece söylentiler dolaşıyordu ama, zaten düşmanları çıkmıştı ortaya. «Küstaha bak hele, demek dönen güneş değil, dünya ha? Ya kutsal kitap ne diyor? İsa, güneşe emretti durması için, dünyaya değil. Yöneticiler ne güne duruyor, niye tedbir almıyorlar? Kitap bir çıksın, gösteririz biz ona» diyordu Kopernik’in düşmanları. Demek, kitabın masada biraz daha durması, daha iyi zamanlar beklemesi gerekiyordu. Kitabın dostları da vardı. Bunlar azdı ama, bilgili, aydın kimselerdi.
Kopernik yine gençlik yıllarını, İtalyan bilim adamlarıyla sohbetlerini hatırladı. Konuştukları meseleler, hep kilisenin yasakladığı meselelerdi, bir dindarın şüphelenmesi gerekmeyen şeylerde şüphe ederlerdi. O zaman da akıldan geçen her şey yazılmaz ve her yazılan basılmazdı. Sohbete başlamadan önce kapılar sımsıkı kapanırdı. Çünkü engizisyonun her yerde kulakları vardı.
Yine de, yeni düşünceler rollerini oynuyordu. İtalyan bilim adamlarıyla konuşmalar olmasaydı, kim bilir, belki bu kitap da yazılmazdı.
Kopernik kitabı kapadı ve mumu alıp küçük yatak odasına geçti. Burada dar yatağın üstündeki rafta, sıra sıra deri ciltli kitaplar duruyordu. Kopernik’in sevdiği şairlerle filozofların kitaplarıydı bunlar. Düşüncelerindeki heyecanı, isyan eden kalbini hekzametron vezniyle yazılmış şiirlerle yatıştırmak için raftan Virjilius’u alıp okumaya daldı.
…
Kaynak: M. Ilin – E. Segal, İnsan Nasıl İnsan Oldu, II. Cilt, sf.560-563, Hür Yayınevi, Çev. Ahmet Zekerya, İstanbul 1974.