Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
john horgan’ın ( http://upload.wikimedia.org/…an_speaking_at_hss.jpg ) the end of science adlı eseri ( http://www.amazon.com/…ght-scientific/dp/0553061747 ) adından da anlaşılabileceği gibi bilimin sonuna dair bir araştırma niteliği taşıyor. türkçeye ahmet ergenç tarafından çevrilmiş, gelenek yayıncılık tarafından da 2003 yılında basılmış ( http://picasaweb.google.com.tr/…5266113321127920226 ). gerçekten de bilimin sonu gelir mi diye meraklanan varsa içinizde, böyle dert yanan ya da hayıflanan, alsın, okusun bu kitabı: igitur eme lege fruere.
aynı zamanda scientific american’ın da başyazarı olan j. horgan, kitabının başında oldukça pesimist bilimin sonuna dair; özellikle de bilimsel etkilenim kaygısından hareketle (harold bloom’un 1973 tarihli “anxiety of influence” başlıklı makalesinden hareketleniyor) nasıl ki şairler, geçmişin büyük dehaları, shakespeare’in, dante’nin (bu da benden olsun) vergilius’un karşısında bir hiçtir ve oedipusvari bir tutumla üstatlarını dize getirmeye çabalıyor (gerçekten öyle mi?) bilim adamları da geçmişin büyük zekalarını, örneğin einstein’ı, newton’ı geçmeye, onlarla mücadele etmeye çalışıyor. ancak burada temel ayrım, j. horgan’a göre, bilim adamlarının işinin şairlerinkinden daha zor olduğudur. zira ona göre bilim adamları “doğru”yla uğraşmaktadır; o halde onların işi şairlerinkinden daha zordur.
bu pesimist yaklaşımı desteklercesine daha sonra bilim adamı, nörolog gunther stent’le yapmış olduğu röportajından hareketle bizi daha da dehlize çekiyor: g. stent’e göre bilim, akademik sofistlerin şüpheciliğinden ötürü değil, tam tersine görevini çok iyi yapmış olduğu için sona yaklaşıyor, olabilir. g. stent’e göre bilim, olumlu bir beslenmeyle ilerler; bilgi daha fazla bilgiye neden olur, gereksinim duyar; güç de daha fazla güce… bilimin en güçlü, en kuvvetli olduğu dönem, ölümüne en yakın olduğu dönem olabilir. g. stent, coming of golden age adlı eserinde şöyle diyor: “aslında bilimin böyle baş döndürücü bir hızla ilerlemesi, bu ilerlemenin kısa süre içerisinde, belki bu kuşağın görebileceği bir zaman zarfında ya da bir iki kuşak sonra bir sona dayanması gerektiğini daha açık hale getiriyor.” g. stent’e göre (darwinci teoriden hareketle) gerçeği bilme arzumuz kendiliğinden ortaya çıkmaz; bu arzu, genlerimizle nakledilecek yatkınlığı arttırmak için, içinde yaşadığımız çevreyi kontrol etmeye dair içimizde beliren itkiden kaynaklanır. bir bilim dalında alınan verim düşüşe geçerse, o vakit bilim adamlarının araştırmalarını sürdürmeye motivasyonları da azalmaya, toplum ilgisi de yok olmaya başlar.
bu yaklaşım, oldukça karamsar bir hava yaratıyor; dahası yeryüzünde çözülmemiş hiçbir muammanın kalmadığı bir ortamda istikbali göklerde aramanın da bir çıkar yol olmayacağı da düşünülebilir. insan nereye bakarsa baksın, nereye giderse gitsin orada aklıyla bir şeyleri kurcalayacaktır -zaten bu özelliğiyle, insanı cennete uygun bir canlı olarak düşünemiyorum, en azından cehennemdeyken, oradan kurtulmayı aklından geçirebilecek kadar insanlık sergileyebilir!- dünyadaki muammaların çözümüyle, evvela dünya dışının, samanyolu galaksisi kapsamında, sonra da onun da dışında hakikatin peşinde koşabilir. ancak bu arayışlar feyerabend’ın dediği gibi belli bir yöntemle değil de “farklı aletlerle dolu bir alet çantasıyla” da gerçekleşebilir; en nihayetinde insan çözdüğü muammalardan araştırılası yepyeni muammalar da üretebilir. dedik ya, kurcalamayı seven bir hayvan! bu yüzden bilimi belli bir noktada öldürmek de pek manalı gelmiyor düşünen, sorumlu insana!