Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

>Persepolis

>

Persepolis’ten…

Cengiz Çevik

İnsan hem özeldir hem genel, onu o yapan her şey hem ona özeldir, hem de genel, bu yüzden içten de dıştan da hiçbir kimse bir diğerine benzemez, hissettiğini hissetmez, aynıyken.

Taksim’de Yeşilçam’da izledik filmi, İstanbul’da bir Mart akşamına yakışan soğukta evvelden içmiş olduğumuz biraların da etkisiyle bir nebze ısınmış bir şekilde aktık İran’a ve Marji Satrapi’ye, yani hem genele hem de özele. Kahramanımızın ya da kurbanımızın daha küçük bir kız çocuğuyken kahraman bildiği Şah’ ın başta Atatürk’ün Cumhuriyeti’ne özendiğini ama o musibet (!) İngilizlerin etkisiyle işi krallığa götürüp rejimin bekasını, geleceğini, kaderini tehlikeye attığını anlıyor. Bugün ve dün Atatürk’ün ardından Türkiye Cumhuriyeti’nde Marji’nin ailesinin ideolojik muadillerinin hissettiği (hatta bizzat tecrübe ettiği) rahatsızlıklara, yasaklara, sürgünlere sahne olan, karşıtlarına karşı savunma gücünü bizzat devletliğinden alan kısacası Ali Fuat Başgil’in deyimiyle: “emsaline yalnız totaliter rejimlerde rastlanan bir şef rejimi”nde (bkz. kemalizm/@jimi the kewl) rejim veyahut rejimin uygulanmasına yönelik getirilen eleştirilere aşina olduğumuzdan, günümüzdeki neo-liberaller ve neo-islamcılar arasındaki dirsek temasını da hep aynı noktada seyrederken gördüğümüzden Persepolis baştan sona tanıdık bir hikayeyi, bize ait batılının arenasında aslanların önüne atılmış doğuluların hikayesini sunmaktadır. Animasyon aktıkça içselleştiriyoruz kendimizi İran’ın özgürlüğe düşkünleriyle, daha çok içleniyoruz özgürlüğe iliştirilen bedel ödemeyi gerektiren vergiye. Gerçekten öyle midir, gerçekten de özgürlük bedel mi bekler insandan? Animasyonun bir yerinde Tanrı’nın dediği gibi, olan biten her şeyin sorumlusu insanın bizzat kendisi mi? Öyleyse, doğululuğun yeniden ve yeniden ele alınması, batılılığın ise doğulular tarafından bünyeye getirdiği iyileştirici ve daha da yozlaştırıcı etkileri açısından yeniden ve yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Peki bu kolay mı? İşte Persepolis hem özel hem de genel açıdan bize sadece hatırlamamız gerekenleri hatırlatıyor, Marji’yle büyümemizi istiyor, hem İran’da hem de sonunda bizzat kahramanımızın annesi tarafından tek kurtuluş olarak gösterilen çağdaş Avrupalılığın simgelerinden Fransa’da itilip kakılmamızı ondan sonra bizden burada veya herhangi bir sohbet ortamında doğu ve batı üzerine tezler geliştirmemizi bekliyor.

İnsan düşünen (cogitans) bir canlıdır, hakikati açısından aslında tekrar dile getirilmeye bile ihtiyacı olmayan bu önermenin aslında olumsuzlanması gerektiğini sunan bir dikta rejimi var önümüzde. Oysa başlangıçta insanı salt düşündüğü için yargılayan daha soft bir rejimin yerine düşünülmüş olduğundan tam da insanca bir arzunun ürünüdür, öyle ya insan düşünen bir canlıdır. Oysa kendisine özgürlük sunacağını sandığı yeni rejimin onda canlılık namına bir şey bırakmadığını anlaması gecikmiyor. Yirmili yaşlara koşar-adım giden bir kız çocuğunun gözündeki özgürlük beklentisi, siyasi suçlu dayının/amcanın kahramanlaşmasıyla daha somut bir hale geliyor. Yani ortada somutlaşma süreci yaşayan bir düşünce ürünü var. Bu ürünün en büyük talihsizliği, Marji’nin şahsı adına konuşuyorum, aynı zamanda ruhen ve bedenen başka bir dönüşüm içinde olan bir insana (insanlara) binmiş ikincil yük olmasıdır. Çocukluktan gençliğe, az özgürlükten hiç özgürlüğe, işte kastettiğim özel ve genel statü!

Bu statünün içinden bir şekilde yarattığı en büyük çözüm Fransa’ya gitmek oluyor, yani medeniyetin, özgürlüğün beşiğinde ülke çapında olmasa da şahsı çapında bir ilaç! Oysa doğululuk ve batılılık öyle göze çarpan bir ayrılık içinde ki, Marji, Cemil Meriç’ in dediği gibi, efendisinin ilaçlarını yürüten uşağın durumuna düşmüştür. Bu durumu bünyesine iyi gelip gelmeyeceğini bilmediği, hangi hastalığa derman olsun diye yapılmış olduğunu yanetkilerine maruz kalmadan da anlayamayacağı bir ilacı almasına benziyor. Çocukluktan gençliğe, doğudan batıya, hem de o güne değin bağlı olduğu ailesinden koparak… Peki ne için? Özgürlük için.

Marji’nin batıda yaşadığı hayal kırıklığı aslında bizleri, yani bugün Türkiye’de bu animasyonu izleyerek kafasında bir fikir oluşturmaya çalışan bizleri yanıltmamalıdır. Buradan bir yanlış bir de doğru çıkarmamız mümkün değil. Zira iki hasta varsa, ilaç değiş-tokuşuyla düzelebileceklerini söylemek kolay değildir. Fransa’yı veyahut daha sonradan gitmiş olduğu Viyana’yı hasta eden faktörler, İran’ın Marji’de sebep olduğu hastalığı tanımlamada geçer akçe değildir, işe yaramaz. Tarihsel süreci farklı bir şekilde geçirip, sosyal, kültürel, felsefi ve politik vs. her türlü alanda ayrı gelişimler gösteren iki bünyeden bir doğru bir de yanlış çıkartamayız. Aslında burada özellikle altını çizmek istediğim husus her şeyin bir sebebinin olmasıdır. Batının durduğu İlkçağ, Ortaçağ ve Rönesans duraklarının etkilerini görüyoruz Marji’nin okuldaki arkadaşlarında, kavramlar oradan çıkma. Bir arkadaşı nihilist mesela. İran’da kapalı kapılar ardında dinlediği müzikleri orada en özgür bir şekilde ve en radikal bir şekilde dinleyebilmekte. Aslında kocaman bir bütün var görmemiz gereken, zincirleme sebepler ve sonuçlardan oluşan kocaman bir gerçek! Sen öbürünün geçirdiği süreci geçirmeyip, kendine özgü başka bir süreçten geçersen, öbürüyle aynı noktada birleşemezsin. Birleştiğini sandığın anda bile yanılıyorsundur, senin dinlediğin Abba, M. Jackson, Pink Floyd, Fransızın, İngilizin, Almanın veya Amerikalının dinlediğine benzemez. Her ne kadar “ben Fransızım” desen de, bu yalandan başka bir şey değildir. Büyükannesinin Marji’ye sunduğu “nereden geldiğini unutma” nasihati de bunu göstermektedir, aksi olduğunda yaşayacağın bunalım, -banklarda sabahlama gibi- evvelce yani sen tümüyle senken yaşadığın sıkıntıdan daha beter olacaktır. İki yasa değişikliğiyle Avrupalı, batılı veyahut batıcı olunmaz. Bizdeki körü körüne Avrupa Birliği taraftarlığının gösterdiğide farklı bir şey değildir, günümüzdeki bunalımlarımızın kaynaklarından en büyüğü, adamların 2500 sene önce yazmış olduğu tragedyaları sapasağlam dururken, sen ilk tiyatro eserini 150 sene önce yazmışsan zaman dilimi arada kapkalın bir duvar gibi durur, seni o yapmaz, sen şimdi istediğin kadar batı taklitçiliği yap, sen onlar gibi değilsin, olamayacaksın da. Sen kendinden başka bir çağdaşlık örneği yaratırsın o ayrı, ama sen Marji’nin büyükannesinin dediği gibi nereden geldiğini unutup, dürüstlüğünü yitirirsen, yaşayacağın bunalım eski sıkıntılarından daha büyük olur, oluyor da, oldu da!

Tabi animasyonun bende özellikle düşündürdüğü husus bu oldu, başta da dedim ya “Animasyon aktıkça içselleştiriyoruz kendimizi” diye, işte tam da bunu kastettim.

Radikal İslamcılarla işbirliği yapıp Şah diktasını yıkan özgürlükçü, sosyalistlerin saflığı bizdeki muadillerine de örnek olmalıdır, bu çok açık. Ama şunun da altını çizmeden edemeyeceğim, “Türkiye İran olur mu?” -veyahut başka bir Müslümanlık istibdatı yaratmış ülke- sorusu kanımca yanlış sorulmaktadır. Zira yukarıda da belirttiğim gibi geçirilen süreçler bir değilse, iki örnekten bir sonuç çıkmaz ki. Burada kastettiğim süreç 10 yıllık, 20 yıllık deneyimler değil. Koca Türk tarihini, Osmanlı tarihini (ki bu tarihi İlber Ortaylı gibi saygın hocalarımızın III. Roma İmparatorluğu tarihi olarak gördüğünü de unutmamak gerekir) Pers kültürü ve tarihiyle bir tutup, yüzyıllar boyunca süren bütün farklı edinimleri bir çırpıda silip, görmezden gelip Youtube’da şurada burada “bakın orada böyle böyle oldu, bizde de aynısı olabilir” demenin sağlıklı bir mantığını göremiyorum. Zira batı dünyası için süreç çok önemli de (İlkçağ, Ortaçağ ve Rönesans – Aydınlanma) bizim için önemli değil mi? Bizim de kendi sürecimiz var, ve o sürece bağlı olarak kendi kazanımlarımız, tarihi birikimimiz var, bir çırpıda bunları silip 10 sene içinde nasıl bir dönüşüm geçirebiliriz? Zaten Türkiye Cumhuriyeti’nin Mustafa Kemal’in hedefleri doğrultusunda şu an emekleme çağında olduğunu görmeyerek, tümüyle “örnek alınan” batılı sistemler gibi işleyen bir mekanizmaya sahip olduğunu düşünüp, bunun da oralardaki muhafaza yöntemleriyle (oligarşiye karşı demokrasi, halkın egemenliği) arkasının sağlama alınması hatadır. Neredeyse her 10 yılda bir rejim sıkıntısının yaşamamızın sebebini başka nerede aramalıyız acaba? İki seçim kazanmış bir partinin rejimi tümden değiştirebileceğine olan inancımız nereden geliyor? Emekleme aşamasındaki bebeğe güvenmiyoruz da ondan, bu halk hakkını kendisi almamış, tepeden kendisine verilmiş haklarla yetinmiş de ondan! Açın bakın gazeteleri, gündem konularımızı bir deşin bakalım, ne göreceksiniz! Batıdan örnek alınan değerler konusunda biz emekleme çağındayken, İran henüz doğmamış çocuk. Nasıl ikisinin sonu aynı olabilir?


Biliyorum animasyondan girip, çok fazlaca kendimize döndüm. Ama dedim ya başta da, “hem özel hem genel” bir animasyonla karşı karşıyayız, hem de komşumuzun ciğerini gözler önüne seren! Tüm farklılıklarda, tüm aynılıklarda kendimizi görüyoruz. Kadınların bu animasyondan duyumsayacağı çok daha fazla his olduğunu sanıyorum, zira salt Humeyni’nin ahlak dedektörleri olan erkekler değil, her erkek kadına baskın olduğunu hayatının bir yerinde, bir noktasında belki de bir saniyesinde içinden geçirir, tersini görmek çok zorken. Kapalı yaşama biçimi çoğu kere insanın karşı çıkma, konuşma hakkını da elinden alır. Korku egemen olur. “Beyim bilir” diye ortalıkta dolaşan dilsizlerin düştüğü durumdur bu. Bir de bakarsınız bu kapalı yaşamanın en büyük savunucuları kadınlar olmuş, bir nevi uyuşmuşlardır. Baş kapamaya özgürlük mü? Sonuna kadar, tıpkı açmaya olduğu gibi. Peki ya senin kapalı bir yaşama tutumuna karşı duruşun? Yasaklanmadan, arkandan gelen ahlak masası şefleri olmadan, itilip kakılmadan açık yaşama özgürlüğün? Neden onun peşinde değilsin? Bu sorumun muhattabı Marji değil, bu animasyonda anlatılan kapalı yaşamaya direnen, bu yüzden sevdiklerini bile arkada bırakarak özgürlük tanrısına kurban verebilecek kadar yürekli insanlar değil elbette.

Üniversite önünde başınızı saran en kutsal yasakları da protesto edebileceğiniz günlere gelsin bu yazı.

3 comments on “>Persepolis

  1. Sophie
    31/12/2008

    >Persopolis çok iyi bir filmdi,bir kaç defa izlemelik filmlerden.Film yorumu da özenli ve merak uyandırıcı olmuş.Sinema üzerine daha çok yazsan hiç fena olmazdı.İyi çalişmalar.

  2. Sophie
    16/01/2009

    >’Marji’nin büyükannesinin dediği gibi nereden geldiğini unutup, dürüstlüğünü yitirirsen, yaşayacağın bunalım eski sıkıntılarından daha büyük olur, oluyor da, oldu da!”Emekleme aşamasındaki bebeğe güvenmiyoruz da ondan, bu halk hakkını kendisi almamış, tepeden kendisine verilmiş haklarla yetinmiş de ondan!’ Şu cümleler özellikle dikkatimi çekti.Yazar çok mühim birkaç noktaya değinmiş.

  3. Anonymous
    10/02/2009

    >harika!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 16/07/2008 by in Başka birtakım hassasiyetler, Genel and tagged , , .
%d blogcu bunu beğendi: