Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
İlhan Selçuk, “Geceyarısı ve Şafak”, Düşünüyorum Öyleyse Vurun: 73-75.
Beş yıl önce bir güz mevsimi Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde iki ay yatmıştım.
İnsan hastane ya da hapisane koğuşuna isteğiyle girmez; hayatın zorlamasıyla düşer; bir gün önce çıkayım diye sabırsızlanır. Ben de böyle duygular içinde yaşıyor, geceleri Bornova’nın ışıklarına bakarak sağlığıma kavuşabilecek miyim diye düşünüyordum.
Şeker Bayramı da yaklaşıyordu.
Yaşam sürdükçe, nerede olursanız olun, bayram veya yılbaşı gibi günler gelir sizi bulur; çevrenizde kimler varsa onlarla birlikte sevincinizi paylaşırsınız. Hastane ya da mahpusane gibi yerlere özgü takvim yoktur. Bütün toplum için tek bir takvimin yaprağı her sabah çöp tenekesine atılır; saatlerin duygusuz tıkırtısı, her insanın yürek atışları gibi zamanın akışını vurgular.
Hastanede iki kişilik bir odada yatıyordum; bayram gelmiş çatmıştı; arifeden bir gün önce yakınımıza bir komşu gelmişti. On üç on dört yaşlarında görünecek kadar çelimsiz, mavi gözlü, saz benizli, saman saçlı bir kızdı komşumuz; böbreklerinden hastaydı, ağır olduğu söyleniyordu.
Bayram sabahı erken uyandım.
Hemşire geldi, bayramlaştık, odayı temizleyen görevliyle bayramlaştık, koridora çıkınca raslaştığımız komşularla bayramlaşırken gözüm yeni gelen saman saçlı kızın odasına kaydı.
Kapı açıktı.
Kasketli ve yaşlı bir kişi yatağın yanında oturuyordu. İçimde bir heves uyandı; gideyim, hem geçmiş olsun diyeyim, hem bayramlaşayım.
Daldım açık kapıdan içeri:
– Merhaba!
Yatağın yanındaki iskemlede yan büklüm oturmuş adam doğrulup baktı.
Ben de ona baktım.
Beyaz sakallı, çökük avurtlu, çakır gözlü adam sanki bin yaşındaydı. Konuşmadı; ama yüzündeki anlam yeterliydi. Bir saniyenin onda birinde çakan ruhsal önseziyle yatağa baktım.
Ve gördüm.
Saman saçlı, mavi gözlü, saz benizli göçmen kızı artık yaşamıyordu.
Yüzgeri çıktım odadan; söyleyeceğim her sözün hiç bir şey söyleyemeyeceğini anlamak için ölünün yanıbaşında oturan adamın yüzüne ikinci kez bakmak gereksizdi.
Bayramın herkes için bayram olamayacağını yeniden öğrenmiştim.
Yılbaşı da herkes için yılbaşı değildir; ya da herkes için ayrı yılbaşıdır.
Biliyorum ki bayram ya da yılbaşı günlerinde karamsarlıktan uzak veya eğlenceli yazılar yayınlamak Babıâli’de kuraldır; hem de iyi bir kuraldır. Çünkü insanların ölümleri, hastalıkları, mahpuslukları da doğal sayılmalı; hayatın çözümlenebilecek sorunlarını göğüslemek, çaresizliklerini soylu bir davranışla sineye çekmek çağdaş insanın mantığı olmalıdır.
Ama haksızlıkların ve baskıların yoğunlaşıp ağırlaştığı dünyamızda ortaklaşa yaşanan anlamlı günleri salt yapay bir neşeyle geçiştirmek zorunda değiliz; önemli günler önemli sorunları da anımsatmalı.
Dünü bugüne bağlayan gece yarısı, eski yıldan yeni yıla geçerken, elimdeki kadehi, dünyanın neresinde olursa olsun insanlığın aydınlığı için emek ve uğraş veren tanıdığım ve tanımadığım dostlar onuruna kaldırdım; Türkiye’mizin her yanına serpilmiş sevgili ve yürekli arkadaşlarımı andım.
Biliyordum ki yılbaşı hepimiz için aynı yılbaşı değildi; değişik koşullardaydık.
Ama duygularımızın bütün uzaklıkları aşarak aynı anda kesiştiğini bilmek mutluluğunu paylaşabilirdik. Geceyarısı, yeni yıla girerken bir süre sonra şafağın sökeceğini ve sabah olacağını hepimiz biliyorduk, biliyoruz.