Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
>
Kapatılmalar.. Insipiens’lik
Cengiz Çevik
18 Mart 2008
Futbol enteresan bir alanda seyreder, seyredilir. Statlarda binlerce futbola gönüllü kölenin dışında kameralar vasıtasıyla kalbi o an yeşil çimler üzerinde atan sayısız insan… Saymaya kalksan sayamazsın. Bunca insanın gözleri önünde cereyan eden futbolun hatalar oyunu olduğunu kabul ediyoruz da, neden siyaseti öyle görmek istemiyoruz? Kendi kalesine gol attığı için bir futbolcu takımdan kovulamayacağı gibi, yanlış bir hamle yaptığı için partiden atılacak bir “partizan” da yoktur, en azından bunu hakeden, kabul. Ama bir ahbabım söylemişti, “siyaset hayatın her alanına hakimdir” diye, yanılıyordu. Siyaset samimi zihinleri ele geçiremez diye düşünürüm, Hatta aklı selim sahibi kişileri asla boyunduruğuna alamaz. Bununla ilgili şöyle demiştim bir yazımda: “Ben modern insanın, tabi yani artık bunu da geçtik çeşitli buhranlarıyla postmodern insanın önemli bir niteliğinin insipiens’lik olduğunu varsayabilirim, bu benim entelektüellikten anladığım şeyin çağımızdan ne kadar da uzak olduğunun bir göstergesi.” (http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=11080252)
Burada insipiens’likten kasıt düşünemeyen, akledemeyen insanlıktır. (Linkteki yazımda konuyla alakalı detaylı görüşlerime ulaşabilirsiniz.) Homo Sapiens ya da Prudens akleden ve sonunda bilge olan insana tekabül eder. Oysa tam tersi olan insipiens insan akledemez, bu yüzden sorgulayamaz. Bazıları gönülden insipiens’tir, bazıları doğuştan, bazıları zorunlu. Hepsinin ortak yanı sonuçları yani varmış oldukları noktadır. Bizim şark kurnazlığımızın muzdarip olduğu hastalıklardan biridir bu. Oktay Ekşi şöyle diyordu gazetedeki 18 Mart 2008 tarihli yazısında: “Şark kafası ilkesizdir.” (http://getir.net/gtw) Bu ilkesizliğin sonucu da insipiens’liktir, sebebi de. Çünkü muhakeme yeteneği olmadığı vakit akledemezsin, doğal olarak gidimli bir düşünce sistemin olmaz. Gidimli bir düşünce sistemin olmadığı vakit de muhakeme yeteneğinden yoksun kalırsın, bu durum senin hapsindir, köleliğindir. Bu durumu milletin vekilleri TBMM’de çok güzel örnekliyorlar. Düşünebiliyor musunuz, papağan gibi her milletvekili bağlı olduğu partinin sözcüsü. Şimdi diyeceksiniz ki, “Yahu ne var ki bunda? Zaten aynı görüşte olduğu için o partileri seçmiş bulunuyorlar, tabi ki aynı şeyleri söyleyecekler.” Zaten ben bu hususu başta belirttiğim “Siyaset samimi zihinleri ele geçiremez diye düşünürüm, Hatta aklı selim sahibi kişileri asla boyunduruğuna alamaz.” İfademi kanıtlayabilmek için kullanmaktayım. Çünkü aklı selim sahibi olan ideolojik olamaz! İdeoloji başka bir şeydir, ideolojiklik uğruna ideolojinin kölesi olmak başka. Sistemli veya sistemsiz bir dünya görüşü sahibi olmak, ideolojinin kölesi olmayı gerektirmeyeceği gibi, bana kalırsa her ideolojik saplantı insipiens’liğe, yani aptallığa işaret eder. Futbolda da bu böyledir, fanatik bir şekilde herhangi bir takıma bağlı kalırsanız, gözünüz başka hiçbir şeyi görmüyorsa, o vakit siz de taraftarlık kisvesi altında bir insipiens’lik örneğisiniz.
Siyaset ve futbol, papağanlara seslenen iki alan. Düşünme gerekliliğinizin en az ölçüde olduğunu size düşündüren iki riskli alan, riskleri muhakeme yetilerinizi zamanla kaybetme olasılığının bulunmasında. Fenerbahçelilik veya Beşiktaşlılık, AKP’lilik veya MHP’lilik gibi, sorgusuz bağlanışa ihtiyaç duyuyor. Başkanınız ne derse inanın, futbolcunuz ceza sahası içinde her düştüğünde penaltı bekleyin, pozisyonu tekrar tekrar gösteren tv kameralarına farkı takımları tutan fanatikler aynı anda (n.ş.a.) baksın ama farklı şeyler görsün. Türbana farklı partilerden değişik milletvekilleri farklı bir değer biçsin. Hepsi mübahtır. Sorgu mekanizmasının tek taraflı işlediği yerde ya eksiklik ya da yanlışlık vardır. Sadece “benim dünya görüşüm” veyahut “benim beğenim” merkez noktası olduğunda ben ve ötekiler yaratılmış olur. Ben ve ötekilerin dünyasında tıpkı tektanrılı dinlerle birlikte insanlığın büyük bir kısmınının zihnine egemen olan kötülük problemindeki, “Tanrı” ve “Şeytan” imgeleri gibi. İyilik ve kötülük ayrılmıştır artık. “Benim ve partimin / takımımın dile getirdiği her şey tanrısal ölçüde doğruyken, rakiplerimin her söylediği şeytani ölçüde kusurludur, yanlıştır, hatadır!” demek ya da böyle hissetmek zorunda kalmışsanız, siz bir homo insipiens’sinizdir.
Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında “laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline geldiği” iiddiasıyla Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya tarafından dava açılınca hep bunu düşündüm. Hep ‘ben’ ile ‘öteki’yi. Öyle ya ben ve öteki’ye dair muhteşem bir örnek duruyordu karşımda. İdeolojik saplantılarını kendinize yakın görürsünüz, görmezsiniz, ama hadi geçtim milli siyasetimizdeki kronik parti kapatma sevdamızı, daha bu sene içinde DTP aleyhine de benzer bir dava açıldı. Kapatılması istendi. Bugün “Demokrasi… Demokrasi… İnsan hakları… Fikir ifade edebilme hakkı” diye ağlaşanlar, o zaman sustular. Yani objektif bir bakış açısıyla bakarsak, açık bir şekilde göreceğiz, bugün bu ülkede aynı hal ve şerait karşısında susanların yarın konuşup konuşmayacaklarına dair bir güvence sahibi değiliz. Siyasetçilerin bugün susuyor olmaları, yarın aynı konuda fikir beyan etmeyecekleri anlamına gelmiyor. Konjonktüre göre insanlar bukalemun olabiliyor. Asla kafanızı karıştırmasın bu Abdulhamid’in denge siyaseti değil, onu asla kastetmiyorum, o ayrı bir tartışma konusu. Burada sadece samimiyetsizliğin açıkça ilan hatta teyit edildiğini görüyorum. Başta da söyledim, aklı selim sahibi insan bu numaraları yutmaz.
Bırakın AKP’nin demokrasi adına kapatılmamasını istemeyi, salt bu samimiyetsizliğinden ötürü bile insanların gönlünde kapatılmalı, ama sadece gönlünde, yani onları madem ki seçim sandığına beyinleri götürmüyor o halde gönüllerinde bir kapanma yaşansın diyorum. Her ne kadar o kitlenin tamamının “göbeğini kaşıyan adamlar”dan oluştuğunu düşünmüyorsam da, çok akil ve sorgulamacı insanlar olduklarını da söyleyemem. Sorgu mekanizması işleyen insanlar olsaydı bu ülkede, bugün bir savcı salt görüşlerinden ötürü bir partiyi kapatmaya cüret edemez, o partinin çalışanları da, başta başbakan, cumhurbaşkanı ve eski meclis başkanı olmak üzere, kanayan yaraya tuz bastıkça orgazm olmazdı. Topyekun bir yozlukla karşı karşıyayız. Bu yozluğun ana pınarı zihinlerdeki eşitsizlik, ben ve öteki ayrımının yol açtığı samimiyetsizlik. İşte bu yüzden kafası çalışan insanlar, kendisini kendisi gibi düşünmeyenlerden ayırmak zorunda bırakan “ideolojik saplanmışlığa” düşmez.
Ancak tüm bunların yanında bir de çelişki gibi görünen bir durum var. O da sorgulamayan insanın mutluluğu, kutluluğu. Tabi tam bu örneğe uymaz, zira felsefeci adam soru sorandır, sorgulayandır en nihayetinde ama, yine de Tanrı inancının gerektirdiği kabullenmişlik duygusu burada bahsettiğim kutluluğa önemli bir örnek teşkil eder. Bir yerde okumuştum, ama nerede olduğunu anımsamıyorum, bir yazar Alman tarihindeki felsefecileri, filozofları ikiye ayırıyordu, ilk sırada “Tanrı inancı sağlam olanlar”, ikinci sırada ise “ateistler” vardı. İlk sıradakiler yaşamlarının tamamını mutlu ve refah içinde geçirirken, ikinci sıradakilerin çoğu büyük bir sefalet içinde, acı çekerek ölüp gitmiş. Burada aslında Tanrı Sevgisi’nden (Amor Dei) payını almış oldukları için ilk sıradakiler mutlu bir yaşam sürmemişler veya diğerleri mutsuz olmamışlardır. Burada kritik nokta ikinci sıradakilerin aşırı sorgulamacı yapılarının, toplumdan dışlanmalarına sebep olmasıdır. Homo insipiens’liğe eğilimin bir toplum baskısına dönüşmesine güzel bir örnek olabilir mi bu? Ya da şöyle söylemeli, “mahalle baskısı”na…
Bu konuda yazmış olduğum bir paragrafı paylaşarak yazımı kapamak istiyorum:
“Bizde ucuz homo insipiens’ ‘lik böyle kendini gösteriyor, yaşama dair ‘gam yükünü’ yüklenmemek yani en nihayetinde ‘sorumsuz olarak’ mutlu olmak. bakmayın buna ‘ucuz’ dedim ama bu aslında değerler ve yaşama üzerine en ideali insanlara sunmaya çalışan her felsefi akımın diline yapışmıştır. Homo insipiens yani “bilge olmayan adam”, evet bilge olmayan adam, felsefede ideal olmayan ancak buna karşılık mutlu olan adamdır.”
(http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=11085612)