Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Fatmagül Berktay ile “Bugünü Severek Düşünmek” (18.12.2022)

Merhaba değerli dostlar,

18.12.2022 tarihinde, saat 20:00’de Fatmagül Berktay hocayla “Bugünü Severek Düşünmek” başlıklı bir canlı yayın söyleşisi gerçekleştirdik. Yukarıdaki video linkine tıklayarak söyleşiyi izleyebilirsiniz.

Bu söyleşide gündeme getirdiğim sorular şunlardır:

Politikanın Çağrısı kitabınızın başında bir atıf yazısı var, “Sevgili Öğrencilerime: Umut ilkesinden vazgeçmediysem onlar sayesindedir!” diyorsunuz. Bugünün yerel ve evrensel politik gelişmeleri çerçevesinde umutsuzluğa kapılan gençlere ve herkese ne söylemek istersiniz?

Türkiye’nin yakın tarihinde, belki tüm tarihinde politikanın ve politikacıların kötülendiği, politika ve politikacı sözcüklerinin pejoratif anlamda kullanıldığı dönemler olmuştur. Özellikle de 90’larda ortalama bir televizyon izleyicisi hep politikacılarla ilgili olumsuzlayıcı karikatürlerle karşılaşırdı, oysa politika olmayınca, topyekun kötülenince yerine ne geçecek? Nitekim Politikanın Çağrısı kitabınızın 102. sayfasında şöyle diyorsunuz: “politik kötülüğe karşı ancak politik çarelere başvurarak ve politik önlemler alarak mücadele edilebilir.” diyorsunuz. Bu çerçevede Hem yerel hem de evrensel açıdan politikanın çağrısı nedir? Politika bizi nereye çağırıyor?

“Politik kötülüğün önkoşulu, insanları adaletsizliğe göz yummaya ve hatta kötülük yapmaya yardımcı olmaya sevk eden, düşünme yoksunluğudur.” (Politikanın Çağrısı, s.118) Birçok kişi, hem dünyada hem ülkemizde sorgulayıcı düşüncenin yoksunluğu konusunda karamsar. Siz karamsar mısınız? Politik kötülüğü evrensel ölçekte önleyebilecek bir düşünme geleneğine kavuşacak mıyız?

Biraz özel bir soru olabilir mi bilmiyorum ama Politikanın Çağrısı’nın 13. bölümü “Osmanlı-Türk Modernleşmesinin Etkin ve Küskün Öznesi Kadınlara Bir Örnek: Halide Edip Adıvar” başlığını taşıyor. Sizin de kendinizi yaşadığımız dönemin küskün bir öznesi olarak gördüğünüz oldu mu?

Bu arada Halide Edip Adıvar’dan başka bir kadına gelmek istiyorum. Tarihin Cinsiyeti kitabınızda bir bölümü Behice Boran’a ayırmışsınız. 197. sayfada şöyle diyorsunuz: “Behice Boran ataerkil bir toplumda ‘ben varım’ demeye çalışan bütün kadınların yaşadıkları zorlukları, çelişkileri, ikilemleri yaşamaktadır ve hepsinin de farkındadır. Ancak bu farkındalık, bir üst düzeye ulaşıp ‘feminist bir bilinç’ niteliği kazanmaz.” Sizin de söylediğiniz gibi, Behice Boran’ın dahil olduğu modernist ve sosyalist çerçeve “feminist bir bilinç” niteliği kazanmasına engeldir. Arka planda olumsuz bir düşünceyle sormuyorum, böyle anlaşılmasını istemem. Her kadın feminist olmalı mıdır? Feminizme bakış açınızı özetler misiniz?

Üniversitede Kadın araştırmaları okudunuz, kadın üzerine düşündünüz, yazdınız, ders verdiniz. Bugün hem İran’da hem bizde hem de dünyanın diğer bölgelerinde kadın hareketlerinin ve örgütlerinin çok etkili olduğunu, hatta diğer muhalif gruplar arasında belki de en cesur eylem ve söyleme kadın hareketlerinin sahip olduğunu görüyoruz. Bu durumu nasıl yorumlarsınız? İnsanlık tarihinde, kadının özgürlük öyküsü açısından bir kırılma döneminde olduğumuzu düşünüyor musunuz?

Başka bir kadına geçelim, sizin için çok önemli bir kadına: Hannah Arendt’e. Dünyayı Bugünde Sevmek kitabınız Arendt’i merkeze yerleştiriyor. Zor bir soru mu bilmiyorum ama Arendt sizin için niye bu kadar önemli?

“Totaliter yönetim yalanı bir hayat tarzı haline getirir, ilkesel olarak yalana dayanır” diyorsunuz (s.85). Bugün dijital dünyadaki gelişmeler ve sosyal medyanın yaygınlaşması, yalanlar üretmek zorunda olan totaliter yönetimlerin lehine mi olur, aleyhine mi? Ne düşünüyorsunuz?

Sosyal medyayı aktif kullanıyorsunuz, batıda kimileyin bilhassa Twitter’ın uzun soluklu sistematik düşünceye zarar verebileceği konusunda görüş bildirenler olmuştu, sizce böyle bir tehlikeden söz edilebilir mi?

Düşünme Etiği kitabınıza gelirsek, farklı konulardaki makalelerinizden oluşuyor. Ancak tüm yazılarda bir “çoğulluk” vurgusu var, çoğulluk niçin bu kadar önemli?

Arendt ile Heidegger arasındaki ilişkiyi yorumladığınız bölümde, Arendt’in Heidegger’i bağışlamasının nedenlerinden birinin Arendt’deki dünya sevgisi olduğunu söylüyorsunuz. Ayrıca Arendt’in Heidegger’i Sokrates’in anlattığı Thales’in kuyuya düşme öyküsündeki Thales’e benzettiğini söylüyorsunuz. Heidegger siyasete bulaştı, Nazilere destek verdi, hatta bir Nazi oldu, yani Thales gibi göğü incelerken kuyuya düştü. Bu Heidegger’in günahlarını masum göstermek olmuyor mu?

Kitabın bir bölümünde “nafile biraderlik” tamlamasından bahsediyorsunuz. Nedir bu nafile biraderlik? Sizin sorduğunuz soruyla “Nafile biradeliğe devam mı, yoksa başka bir ihtimal daha var mı?”

Son olarak ağabeyiniz Bülent Tanör’den bahsetmek isterim, kendisinin çalışmalarından en erken gençlik dönemimden itibaren çok etkilenmiştim, örneğin Kurtuluş ve Kuruluş benim için önemliydi. Bir anı olarak kalacak bu yayında, Bülent Tanör’ü bize nasıl anlatırsınız?

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: