Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Demokritos’un Yaşamı ve Felsefesi Üzerine (Filogazete, 2.12.2022)

Merhaba değerli dostlar,

Bu akşam sizlere Demokritos ve Epikouros’un Atomculuk anlayışlarından bahsedeceğim.

Öncelikle Atomculuğa ilgi alakam nasıl başladı, bundan söz etmek istiyorum.

İlkin 2009 yılında hakemli Kutadgubilig Felsefe-Bilim dergisinde “Epicurusçu Felsefede Özgürlük ve Mutluluk Anlayışı Üzerine“ başlıklı bir makalem yayınlandı. 

O makale için çalışırken Epikouros’un mutluluk anlayışını temellendirmede atomculuk fikrinin ne kadar önemli olduğunu gördüm, esasında Helenistik dönem felsefe ekollerini analiz ederken hiçbir zaman salt bir çalışma alanı, örneğin sadece fizik, sadece mantık veya sadece etik üzerine yoğunlaşmak o öğretiyi bütünüyle anlamaya yetmez. Bu durum Epikourosçuluk için de geçerlidir. Epikouros hazzı en yüce iyi olarak görüyor ama bunun nedeni hazza düşkünlüğü değil, evrene ve insana bakış açısının bu haz anlayışıyla belirlenmesidir. Ben Epikouros’un atomculuğunu, öğretinin daha çok etik yönünün aracı ve açıklayıcı yan sahası olarak görüyorum. Aynı durum Stoacılık için de geçerlidir. Yaygın bir benzetmeye göre fizik, etiğin aracısıdır, fizik ile etik arasında ağaç ile meyve arasındakine benzeyen bir ilişki vardır.

Ancak Epikouros’un atomculuğunu araştırırken kaçınılmaz olarak Leukippos ve Demokritos’un atomculuğunu da araştırmamız gerekiyor, çünkü Epikouros atom fikrini özellikle de Demokritos’un atomculuğundan aldı.

Zaman içinde, farklı alanlarda çalışırken kendimi Leukippos ile Demokritos’un fragmanlarını derleyip çevirirken buldum. 

Elbette Atomcu filozofların fragmanlarını ilk derleyen veya çeviren ben değilim.

Diels-Kranz’ın meşhur Die Fragmente Der Vorsokratiker başlıklı çalışmasında Presokratik filozofların ve elbette Atomcuların fragmanları kapsamlı bir şekilde bulunuyor.

Keza Mullach’ın Democriti Abderitae Operum Fragmenta başlıklı bir derlemesi de var, 1843 tarihli.

Ancak son dönemde Laks-Most’un Loeb Classical Library serisinden çıkan Early Greek Philosophy başlıklı alt serinin şu an ekranda gördüğünüz bir cildinde Atomcuların Eski Yunanca ve Latince fragmanlarına yer verilmiş durumda. Şu an dünyanın en saygıdeğer ve en rağbet gören derlemesi bu, ben de ziyadesiyle yararlandım ve yararlanmaya devam ediyorum.

Bununla birlikte Taylor’ın The Atomists: Leucippus and Democritus başlıklı fragman derlemesi çok ama çok önemlidir, yorumlar da barındırıyor. Oldukça doyurucu.

Ben kendi derlememde Biyografi, Eserler, Doktrin ve Tanıklıklar olmak üzere dört başlığa yer verdim ve Leukippos ile Demokritos’a ilişkin en önemli fragmanları aktarmaya çalıştım.

Abderalı Demokritos’un Atomcu felsefesine geçmeden önce onun hocası olan Leukippos’tan bahsedelim. 

Atomcu felsefenin belki de ilk savunucusu olan Leukippos hakkında fazla bilgimiz yok.

Hatta Epikuros ve Hermarkhos, Leukippos’un yaşadığını reddetmiş ama Aristoteles ve Theophrastos ya da onu alıntılayanlar tarafından hem tek başına hem de Demokritos ile birlikte anılmıştır. Guthrie’ye göre Demokritos’un şöhreti Leukippos’u arka plana itmiş olabilir.

Gerçekten de Demokritos, kendisi istemediğini söylese de, iyi bir şöhrete kavuşmuş olan üretken bir yazar, hocasını şöhret bakımından sollamış olabilir.

Yine de tahmin yürütebiliriz, Leukippos bir tahmine göre Abderalı veya Miletos kökenli olmalıdır, Miletos kökenli olduğu bilgisi Simplikios’ta geçiyor (B2 = 67A8 DK) ama güvenilir bir bilgi değil. Bununla birlikte Walther Kranz onun kesinlikle Miletoslu olduğunu savunmuştur, o da bizim hemşerimiz oluyor bu vesileyle.

Ne yazık ki bu Leukippos hakkında çok az şey biliyoruz, onu daha çok Demokritos’un yoldaşı olarak aktarıyorlar. Mesela Diels-Kranz A40 veya Laks-Most P18’de Demokritos’un Leukippos’un «gnôrimos»u olduğu söyleniyor, gnorimos«yakın, yoldaş, öğrenci» gibi anlamlara sahip. Aristoteles’in Metafizik’inde ise (985b bölümünde) Leukippos Demokritos’un «yoldaşı» olarak sunuluyor, «etairos» çok genel bir terim, hoca öğrenci ilişkisine de referansta bulunan bir terim ama daha çok birlikte yol yürüme haline işaret ediyor. Dolayısıyla Demokritos’un Leukippos’la ilişkisini kestirmek zor gibi duruyor.

Demokritos’a gelirsek, onun Abderalı olduğu yaygın bir şekilde söyleniyor. Abdera Batı Trakya’da bir antik kenttir.

Ancak Diog. Laert. 9.34’te söylendiğine göre bazıları Demokritos’un Miletos’lu olduğunu düşünmüştür.

Ama yaygın olarak Abderalı olduğu kabul edilir.

Demokritos’un yaşamı hakkında istemeyeceğimiz kadar bilgi antik literatürde, şimdi burada Demokritos’un felsefesine eğilmek istediğim için yaşamıyla ilgili kapsamlı fragmanlara bir bakış atmak istemiyorum.

Genel olarak bakılırsa, uzun yaşamış bir filozof, 90 veya 100 küsür yaşında öldüğü söyleniyor. Sokrates’ten bir yaş büyük, dolayısıyla Presokratik filozoflar içinde Sokrates’e en yakın olanlardan birisi. Demokritos’un bu tarihsel yakınlığı aslında Presokratik deyiminin tartışılmasına dair bize bir fikir verir. Presokratik terimi ve anlayışı üzerine başka yayınlarda, çalışmalarda çok şey söyledik, meraklısı özellikle de benim Atomcu Felsefe Fragmanları ve diğer Presokratik filozoflarla ilgili çalışmalarıma bakabilir.

Burada Demokritos’un yaşamıyla ilgili bizi ilgilendiren en önemli meselelerden birisi, Demokritos’un öncesindeki ve çağdaşı olan diğer Yunan filozoflar gibi çok gezgin bir adam olmasıdır.

Bu, Yunan filozoflar için olduğu gibi, Demokritos için de doğuyu bir felsefe kaynağı kılabilir. Bu önemli bir durum.

Mesela Diog. Laert. 9.34 ve 35-36’da Demokritos’un bazı Magos’larla ve Kaldelilerle çalıştığı, onlardan ders aldığı söyleniyor. Magos’lar, biliyorsunuz, Pers’lerin arasındaki büyücü rahiplerdir. Kaldelielr de daha çok kehanet ilmi ve gökyüzü gözlemi açısından gelişmiş bir kavimdir, dolayısıyla Demokritos’un onlardan çok şey öğrenmiş olabilir. Örneğin Laks-Most’taki P16a fragmanında, yani Diog. Laert. 9.34’te söylendiğine göre, Demokritos daha çocuk yaştayken Magos’lardan ve Kaldelilerden teolojiyi ve astrolojiyi yani yıldız bilimini öğrenmiş.

Aynı Diog. Laert. kaynağında, Laks-Most derlemesinde P16b’de Demokritos’un geometri öğrenmek için Mısırlı rahipleri ziyaret ettiği söyleniyor.

Buraya bir kısmını aldım, Diog. Laert. aynı yerde Demokritos’un Pers ülkesini, Kızıldeniz’deki Kaldelileri,ziyaret ettiği, daha sonra Hindistan’daki çıplak bilgeler yani, gymnosophistlerle bir araya geldiği söyleniyor. Hatta Etiyopya’ya da gitmiş.

Bu bilgiler başka fragmanlarda da geçiyor, Bizans kaynağı Suda’da Demokritos’un burada adlarını andığımız ülkeleri ve toplulukları ziyaret ettiği söyleniyor. Hatta Diodoros Siculus 1.98.3’te Mısırlıların, Demokritos’un kendileriyle beş yıl vakit geçirdiğini söyledikleri aktarılıyor. Güya Mısırlılar demiş ki, bu adam bizden yıldız bilimine dair çok şey öğrendi.

İskenderiyeli Klemens’e dayanan bir fragmanda ise Demokritos’un ağzından şu söylenir: «Çağdaşlarımın arasında ben, en uzak diyarlardaki şeyleri araştırmak için yeryüzünün büyük bir bölümünü kat ettim, çok sayıda gök ve yer gördüm, çok sayıda bilgini dinledim ve hiç kimse, Mısırlılar bile kanıtlarıyla, geometrik şekillerin terkibinde beni geçemediler.» (Strom. 1.357)

Fragmanlarda bu bilgiler var, mevcut metinlere güvenmek güvenmemekten daha makul görünebilir, en azından metinsel kanıt var elimizde ama metinler yanlış veya eksik bilgi de aktarabilir, aktarılan bilgiler tarih içinde kaybolmuş veya değişim geçirmiş, bozulmuş olabilir. Biz burada felsefe tarihi açısından metinlere dayanan bilimsel spekülasyon üretmekten başka bir şey yapamayız. Her bilgi karşısında şüpheci tavrımızı koruyacağız, zaten kesin konuşmak hep sorun teşkil eder, «acaba bu söylenen doğru mu» diye bir şüphe payını hep bırakmak lazım.

Bu konuyu Latince bir fragmanla toparlamak istiyorum.

Cicero, De Finibus 5.19.50’de Pythagoras, Platon ve Demokritos gibi filozofların «propter discendi cupiditatem» yani «öğrenme arzusundan ötürü» en uzak diyarları gezdikleri söyleniyor. Bu dönemin filozoflarla ilgili en önemli ortak özelliklerden birisi, filozof tipinin gezgin, seyyah olmasıdır.

Demokritos’un sadece doğu seyahatleriyle ilgili bilgi yok, dediğim gibi yaşamına dair çok bilgi sahibiyiz.

Sonra Atina’ya gittiği biliniyor.

Hatta Sokrates’le karşılaşmış ve şöhretli olma konusunda onunla ilginç bir olay yaşamış.

Magnesialı Demetrios’un söylediğine göre Demokritos Atina’ya gitmiş ve tanınmamaya çalışmış, çünkü «şöhret»i yani, «doksa»yı küçümsüyormuş. Bu arada δόξα (doksa) genelde «sanı, kanaat, fikir» anlamlarıyla bilinir ama onun «ün, şöhret, beklenti» anlamları da vardır. Şöhret ile beklenti arasındaki ilişki enteresan. Günümüzdeki felsefeciler şöhret beklentisiyle her şeyi yaparken, Demokritos tam tersine şöhreti istemiyor, böyle bir beklenti içinde değil. Ama Atina’da Sokrates’i görünce tanımış, çünkü o meşhur bir filozof ama Sokrates Demokritos’u tanımamış. Bunu bir gurur meselesi yapmamış Demokritos, aksine «Atina’ya geldim ve kimse tanımadı» demiş, bu söz biraz övünme amaçlı söylenmiş gibi. »Zaten tanınmamak istiyorum» dercesine bir üslupla söylemiş.

Hatta bu Laks-Most P22 fragman grubundaki b fragmanında, yani yine Diog. Laert. 9.37’de Phaleronlu Demetrios, Demokritos’un şöhreti küçümsediği için Atina’ya hiç gelmediğini söylüyor. Atina şöhretli bir yer, oraya gelmemek, orada felsefeyle veya sofismle şöhret edinme imkanını kaybetmek demektir. Demokritos’un da Atina’ya gelmediği veya geldiyse de tanınmadığı anlatılıyor.

Tabi, Demokritos’un Sokrates’le, Anaksagoras’la, dönemin Pythagorasçılarıyla irtibat halinde olduğuna ilişkin birçok fragman var, dahası sofist Protagoras’ın ve hekim Hippokrates’in hocası olduğu yönünde fragmanlar var.

Demokritos’un yüceltilen yönleri zekası ve deneyimiyle ilgilidir.

Burada bilhassa altını çizmek istediğim, Seneca kaynaklı bir fragman var, burada Demokritos’un eskilerin içinde en keskin zekalı adam olduğu söyleniyor. Bu enteresan. Benzer bir söylemi, Aulus Gellius’un Noctes Atticae, yani Attica Geceleri adlı eserinde de okuyoruz. «Yunan tarihi kayıtlarında diğer herkesten daha fazla saygı gören ve eski bir otorite olarak kabul edilen bir filozof» deniyor Demokritos için. Yine Agathemerus’a göreyse Demokritos büyük bir deneyime sahiptir.

Dahası, Laks-Most’ta P47’de bulunan ve Diels-Kranz’da bulunmayan bir fragmana göre, Abderalılar Demokritos’a «felsefe» diyorlarmış, yani Philosophia.

«Sen filozof değilsin, felsefenin kendisisin» demek gibi bir şey bu. Ziyadesiyle yüceltiliyor.

Aelianus’un bağlamında bu konuyla ilgili başka bilgi yok, dolayısıyla felsefenin neredeyse tek temsilcisi gibi görülmek bir yüceltme tavrı olarak yorumlanabilir.

Benzer bir aktarımı başka bir fragmanda daha görüyoruz. Clemens Alexandrinus yani İskenderiyeli Klemens’inStromata’sına dayanan DK A18, Laks-Most P49, benim derlememde ise B45’te bulunan bir fragmanda Demokritos’a Sophia yani Bilgelik lakabının takıldığı söyleniyor, çünkü gökyüzü gözlemine dayanarak birçok tahminde bulunmuş. Fragmanın devamından bu tahminlerin yağmur yağması gibi meteorolojik olaylar olduğunu anlıyoruz, yani Demokritos bir gökyüzü gözlemciliğinden ötürü Bilgelik lakabını almış.

Felsefe ve Bilgelik, Demokritos’un iki lakabı.

Bununla birlikte pek kibirli bir insan izlenimi vermiyor.

Guthrie’nin dediği gibi, ona ilişkin genel izlenim «kendi etik kaideleri ile yeterince uyumlu olan huzurlu, espri seven ve metanetli biridir.»

«Gülen filozof» diye anılıyor, yeri gelmişken bundan da bahsedelim, bunu da soranlar oldu, bu yayının gerçekleşeceğini duyurduğumuzda.

Laks-Most’un derlemesinde Demokritos’un gülen filozof olduğuyla ilgili iki fragman var. P46-P47

P46 Stobaeus’ta bulunan Sotion’un De Ira’sından bir fragmandır.

«Bilgeler arasında Herakleitos gözyaşlarıyla, Demokritos da kahkahasıyla öfkesini bastırdı.»

Aelianus kaynaklı P47’de ise Demokritos’un herkese güldüğü ve herkesin delirmiş olduğunu söylediği aktarılıyor, bu yüzden hemşerileri yani Abderalılar ona «Gülen adam» lakabını vermişler, yani «Gelasinos»

Romalı Juvenalis bir satirasında (10.29-31; 33-35), ki bu fragman Diels-Kranz’da ve Laks-Most’ta yok, Latin edebiyatından bir kaynak:

Şair Juvenalis şöyle anlatıyor:

B29 Juv. 10.29-31, 33-35:

 «Dolayısıyla şimdi iki filozofu da över misin (yani Herakleitos ile Demokritos’u),

biri gülüyordu eşiğini geçip de

ayağını dışarı attığında,

zıddı olan öbürü ise ağlıyordu hani.

Ciğerini titretirdi daimi kahkahasıyla Demokritos,

her ne kadar onun dönemindeki kentlerde

mor giysiler, tören giysileri, baltalar, tahtırevanlar

yargıç kürsüleri olmasa da.»

Juvenalis dili sert bir şair, o kadar akıllıca dizeler ki bunlar, Roma’nın politik ve toplumsal yapısını, Demokritos’un gülme öyküsü üzerinden eleştiriyor. Şunu demeye getiriyor: «Sen zamanında Abderalıların, Atinalıların arasında onların saçmalıklarına gülüyormuşsun ama gel bir de Roma’yı gör.»   Mor giysi, tören giysisi, baltalar, tahtırevanlar, onlarla taşınan kişiler, yargıç kürsüleri… Müthiş eleştirel, siyasi bir şiir.

Ben aslen Roma’yı çalışan biriyim, arada Roma’ya pencere açmadan duramam.

Ama biz yine Demokritos’a dönelim.

Onun herkese gülmesinin nedeni açık, insanların aptallıklarına gülüyor. Bizans kaynağı Suda’da bu açıkça söyleniyor, hatta önceki fragmanlarla uyumlu olarak Demokritos’un hem Bilgelik hem de Gülen Adam olarak anıldığı söyleniyor, gülmesinin nedeni insanların aptallıklarıdır. Suda kaynağında böyle diyor. Philostratos’un Tyanalı Apollonios’un Yaşamı adlı eserinde de «Demokritos tüm insan işlerine güler» deniyor.

Juvenalis’ten önce Cicero, Horatius gibi Romalı yazarlar da onun bu özelliğinden bahseder.

Daha fazla kaynak için resmin altındaki eserlere bakılabilir.

P31 ve P32 fragmanları ilginçtir.

Çünkü daha önce başka bir filozofta görmediğimiz, biraz doğu esintili bir çilecilik kokan bir yaklaşım tarzıyla karşılaşıyoruz.

P31’de söylendiğine, Demokritos öyle çalışkan bir adammış ki, evinin bahçesinde kendisine bir kulübe yaptırmış ve kendisini onun içine kilitlemiş. Aslında bu vesileyle, Demokritos’un felsefesine bir giriş yapıyoruz. Filozofun yaşamında felsefesinin izleri bulunur, bu birçok filozof için geçerlidir. Tavır, hal, hareket, eylem, üslup hep filozofun düşünce dünyasının tezahürleridir.

Demokritos kendisini neden odaya kilitliyor?

Diog. Laert. 9.36’da Antisthenes kaynaklı bir bilgiye göre Demokritos kendisini eğiten biri olarak, duyu verilerine dayanan izlenimleri sınayan bir filozoftur. Duyu verilerinin, muhakemesini ve düşüncelerini etkileyebileceğini düşünüyor. Bu yüzden bazen yalnızlığa çekiliyor ve mezarlar arasında dolaşıyor. Laks-Most’ta P32 fragmanı bunu anlatıyor. (τάφος,taphos: mezar) Adeta, yaşama dair duyusal veri akışını istemiyor, ki bu sayede doğru düşünebilmeyi mümkün hale getirmek istiyor.

Buradan Demokritos’un felsefesine giriş yapıyoruz, bir kapı bulduk.

Demokritos’un kendisini odaya kapattığı yönündeki aktarımlarla paralel olan bir de körlük öyküsü veya efsanesi var.

Kimilerine göre, Demokritos kendisini körleştirmiştir, kimilerine göreyse sebebi bilinmeksizin kör kalmıştır.

Nasıl kör kaldığının şu açıdan önemi olabilir: Bilinçli olarak kendisini kör bıraktıysa, hakikate ulaşmak için, büyük bir bedel ödemeyi tercih etme cesaretini göstermiştir. Yok, hastalık veya kaza gibi bir nedenden ötürü kör kaldıysa, bu onun için iyi bir tesadüftür.

Körlüğü, kendini odaya kapatmasıyla aynı  gerekçeye sahip, burası kesin: insanın gözlerinin kapalı olması, yani körlük dışsal etkilere maruz kalmadan, salt muhakeme yoluyla hakikate ulaşmak için bir fırsattır. Başka deyişle, gözler hakikati kavramaya engeldir. Gördüklerin, düşündüklerini yanlış yorumlamana neden olabilir. Demokritos’un kafasından geçen veya ona efsanevî bir körlük öyküsüyle atfedilerek yakıştırılan şey budur.

Bu konuyla ilgili Cicero’nun Tusculanae Disputationes 5.39.114’te dehşet bir fragman var.

Demokritos, gözlerini kaybettikten sonra (luminibus amissis), aydınlığı, görme kabiliyetini, ışığı kaybettikten sonra, beyaz ile siyahı ayırt edemiyordu (alba discernere et atra non poterat) ama «iyi şeyler ile kötü şeyleri» (bona mala), «adil şeyler ile adaletsiz şeyleri» (aequa iniqua), «ahlaken doğru şeyler ile yanlış şeyleri» (honesta turpia), «faydalı şeyler ile faydasız şeyleri» (utilia inutilia), «büyük şeyler ile küçük şeyleri» (magna parva) [önemli ve önemsiz şeyler] bunları ayırt edebiliyordu. Gözlerle ayırt edilebilen siyah ile beyazın zerre önemi yoktur, önemli olan burada sayılan şeylerin ayırt edilebilmesidir. «sine varietate colorum licebat vivere beate» yani «renklerin çeşitliliği olmadan mutlu yaşayabiliyordu» ama «nesnelere ilişkin bir kavrayış, kavram» olmadan mutlu yaşayamıyordu «sine notione rerum non licebat».

Bu adam zihnin kavrama yeteneğinin/keskinliğinin (animi acies) «gözlerin bakışı/görüşü» (aspectus oculorum) tarafından engellendiğini düşünüyordu.

Devamı da ilginç, gözleri gören başkaları ayağının dibindeki şeyleri göremezken, Demokritos kör olmasına rağmen, herhangi bir sınır tanımaksızın, «tüm sonsuzluğu geziyordu».

Müthiş bir tasvir.

Aulus Gellius’ta da var bu aktarım.

Orada Demokritos’un isteyerek gözlerini kör ettiği bilgisi var.

Gerekçesi şöyle açıklanıyor:

Demokritos, kendisini görmenin cazibesinden ve gözlerin engelinden kurtardığında, doğadaki akli nedenleri temaşa eden zihnin kendi düşünce ve tefekkürlerinin daha canlı ve daha kesin sonuçlar doğuracağını varsaymıştır.

Başka deyişle zihin doğadaki akli nedenler üzerine kafa yorarken tüm dışsal duyu verilerinden uzaklaşmalıdır, salt muhakeme gereklidir.

Bu öyle işlevsel bir gerekçelendirme ki, daha sonra Hıristiyan Tertullianus, Apologeticus 46’da Demokritos’un, kadınlara şehvetle bakmamak için kendisini kör ettiğini söyler. Mantığı aynı, görmüyorsan, etkilenmezsin.

Körlük öyküsü gerçek ya da değil, nitekim Ploutarkhos De Curiositate 521c-d’de bu öykünün uydurma olduğunu söylüyor, neymiş Demokritos parlak bir aynaya bakarak kendini kör etmiş, bu uydurmadır diyor.

Ama güzel ve bizim için de konuyu en nihayetinde Atomculuğa bağlamak için faydalı bir uydurmadır, uydurmaysa eğer. Gerçekse zaten lafımız yok.

Himerius, Seçmeler 3.18’de Demokritos’un bedenen gönüllü olarak hasta olduğunu söylüyor, bunu nasıl isteyerek yapmış bilmiyorum, muhtemelen kastedilen hastalık, körlüktür. Ama Himerius metninin devamında Demokritos’un daha yüce şeyleri kavrayabilmek için zihnen sağlıklı olduğu söyleniyor.

Nedir o daha yüce şeyler?

Aulus Gellius’un metnindeki «naturae rationes» doğaya ilişkin uslamlamalar, muhakemeler, doğaya ilişkin aklî çözümlemeler…

Başka deyişle, atom düşüncesi.

Çünkü atom teorisi, doğadaki şeylerin aklî açıklamasıdır.

Atomlar gözle görülemez, aksine göz kör olursa, körlük zihni atomların görünmedikleri için var olmadıkları yönündeki fikre kapılmasını engeller. Atomlar gözle görülemez, zihinle görülmelidir.

Aklıma Shakespeare’in Kral Lear’ı geliyor.

Kral Lear o meşhur dizede ne diyordu? «A man may see, how this world goes, with no eyes.» «Bir insan, bu dünyanın nasıl sürüp gittiğini gözleri olmadan da görebilir.»

Ben de bunu şöyle söylüyorum: Demokritos atomların nasıl her şeyi oluşturduğunu gözleri olmadan da görebilir.

Atomculuğa gelelim. Ancak önce Atomculuğun genel hatları ve epistemolojisi üzerine neler biliyoruz, bunun üzerinde duralım. Sonra detaylı bir şekilde Atomculuğu anlatalım.

İki fragmanla başlamak istiyorum.

Birincisinde Leukippos’un «atomları» «ilkeler» olarak belirleyen ilk kişi olduğu söylenir.

Demek ki atomcu felsefeyi başlatan Leukippos’tur. Bu fragman bunu açıkça söylüyor, bu fragmanın önemi Leukippos’u Atomcu felsefenin kurucu babası yapmasıdır.

Atomos, Yunancada ilkin «kesilemeyen, parçalanamayan, bölünemeyen» anlamındadır. Daha sonra «olabilecek en küçük şey» ve «birim» anlamında da kullanılmıştır. Ama burada bizi ilgilendiren anlam «kesilemeyen, parçalanamayan, bölünemeyen»dir.

Atomos’u arkhê yani ilke olarak belirlemek elbette yetmiyor, daha fazlasını söylemen lazım.

İkinci fragman yine kurucu baba Leukippos’un fikrini aktarıyor. Ona göre «doluluk» ve «boşluk» adında iki ilke yani iki başat unsur vardır.

Devamında yazar Cicero Demokritos’un bu konuda, yani doluluk ve boşluk olduğu konusunda Leukippos’la aynı düşündüğünü, ona benzer düşündüğünü, diğer konularda ise daha üretken olduğunu söylüyor, sözün özü şu: Leukippos fikri dile getirdi, Demokritos o fikri geliştirdi, daha kapsamlı hale getirdi. İkinci fragmanın son kısmından bunu anlıyoruz.

Laks-Most’ta D13 olarak bulunan, Diog. Laert. 9.44-45 kaynaklı bu fragman çok önemli.

Çünkü Demokritos’un atomcu öğretisinin bir özetini içeriyor. Dolayısıyla birçok unsuru içeriyor.

1)bütünün ilkeleri atomlar ve boşluktur. diğer her şey var olduğu düşünülen/sanılan şeylerdir. (Başka deyişle: Üzerinde ittifak edilen, edilmeyen, tartışılan tartışılmayan, gerçekte olmayan ama varmış gibi kabul edilen şeylerdir.)

2)sonsuz sayıda evren vardır; var olurlar ve yok olurlar.

3)Hiçbir şey yoktan var olmaz ve yokluğa dönüşmez. (Başka deyişle: Hiçbir şey olmayandan gelmez ve olmayana doğru kaybolmaz.)

4)atomlar büyüklük ve sayı bakımından sonsuzdur ve bütün içinde dönerek hareket ederler.

5)ve her şey bu şekilde bir arada olur; ateş, su, hava ve toprak; zira bu şeyler, sert oldukları için etkilenmeyen ve değişmeyen belli türdeki atomların kümelenmesidir.

Devamında Güneş ve Ay’ın yumuşak ve yuvarlak kütlelerin kümelenmesinin sonucu olduğu söyleniyor, sonra akıl ile aynı şey olan ruhun da bu şekilde oluştuğu belirtiliyor.

6) İmgeler gözlerimize düştüğü için görme faaliyetini gerçekleştiriyoruz. (Başka deyişle «imge» yani εἴδωλον [eidolon] görüş alanımıza giriyor, düşüyor, bu fiziksel bir çarpma gibidir.)

7) Muhteşem bir final: Her şey zorunluluktan ötürü meydana gelir, Demokritos’un zorunluluk adını verdiği girdap, var olan her şeyin nedenidir.

Bu 7 maddelik bir materyalizm manifestosudur. Atomcu felsefenin özeti.

Bu manifesto üzerinden Atomcu felsefenin ana hatlarını ortaya koymaya çalışacağım.

Bu vesileyle Taylor’ın fragman derlemesinde L1’e yani tek Leukippos fragmanına göndermede bulunacağım.

Çünkü Stobaeus kaynaklı bu fragmanda Leukippos’un şöyle dediği söyleniyor:

«Hiçbir şey boş yere gerçekleşmez, aksine her şey akıldan ve zorunluluktan ötürü gerçekleşir.»

Burada iki merkezî kavram var:

Birincisi «logos», ikincisi «anagkê».

Yani akıl ve zorunluluk.

Başka deyişle evren ve evrendeki her şey bir akla dayanarak ve zorunluluktan ötürü gerçekleşmiştir.

Evrende bir başıboşluk, tesadüflük yoktur.

Bunu az evvel paylaştığım manifestoda da görmüştük, Demokritor «girdap» veya «burgaç» olarak adlandırdığı zorunluluğu her şeyin nedeni olarak görüyor.

Peki, atomcu felsefede «zorunluluk» nedir?

Literatürde farklı yorumlarla karşılaşıyoruz.

Örneğin Aetius kaynağında, Laks-Most, D73 fragmanında Leukippos’un «her şeyin zorunluluktan ötürü gerçekleştiği» fikrinin aslında «kader» yani eimarmene olduğu söyleniyor. Başka deyişle zorunluluk = kader. Nitekim bu fragmanın devamında Parmenides ve Demokritos’un her şeyin zorunluluktan ötürü gerçekleştiğini söylemeleri aslında kader, adalet, tanrısal öngörü  ve yaratıcıdan bahsetmeleri demektir. Bu ileri seviyede bir yorum, oldukça tartışmalı.

Bu konuda Cicero da benzer bir yorum yapar, De Fato 17.39’da, Demokritos’un «zorunluluk» dediği şeyin aslında «kaderin uyguladığı güç» olduğunu söyler.

Laks-Most’un D74, Taylor’ın D74a diye kodladığı Aristoteles, De Generatione Animalium 789b2-4 kaynaklı fragmanda deniyor ki, Demokritos nihai nedeni es geçiyor, yok sayıyor, «doğanın tüm etkinliğini, işlerini zorunluluğa dayandırıyor»

Bu ne demek? Bu doğadaki her şeyin kendi varoluşsal nedeninden ötürü var olmadığı anlamına gelir, her şey kendi varoluşuna ilişkin, kendisini var eden ve sürekli kılan, belli bir hedefe yönelten nihai nedenden değil, onu aşan bir zorunluluktan kaynaklanır.

Aristoteles’in yorumu, Leukippos ile Demokritos’un zorunluluk anlayışıyla ilgili daha ayakları yere basan bir fikre kavuşmamızı sağlıyor.

Yine Aristoteles Fizik 195b36-196a3’te Demokritos’un aslında şans faktörünü devredışı bırakmak istediği düşüncesine odaklanıyor, buna göre var olan her şeyin bir nedeni vardır. Burada kritik kelime «neden» yani «aitia»dır.

O neden maddenin kendisiyle ilgilidir, nitekim Taylor’ın fragman derlemesinde 74e olarak bulunan Pseudo-Plutarkhos1.26.2 kaynağında Demokritos’un zorunluluk dediği şeyin aslında maddenin darbesi, hareketi ve çarpmaya dayalı geri tepmesi olduğu söylenir.

Bütün bu görüşleri bir potada eritirsek, Atomcuların zorunluluk dediği şeyi kader olarak adlandırsanız bile aslında o maddî düzlemde şaşmaz bir neden-sonuç ilişkisini doğuran bir durumdur. Maddeyle ilgilidir.

Bununla birlikte «zorunluluk» şu açıdan da önemlidir:

Atomların var olan her şeyi meydana getirmesi için gerekli olan hareketlerinin dahil olduğu o mekanik düzenin kendisini de gerekçelendirmektedir. Her şey akla ve zorunluluğa dayanıyor demek, hiçbir şey açıklamasız değildir demek. Nitekim »her şeyi tanrı yarattı» açıklaması nasıl her şeyi açıklamakla birlikte alternatif açıklama modellerini ortadan kaldırıyorsa, aynı şekilde her şeyi akla ve zorunluluğa bağlama fikri de diğer fikirleri ve birtakım epistemolojik sorunları ortadan kaldırıyor.

Bu konu önemli.

Burada fragmanların özetini sunacağım.

Sextus Empiricus’un aktardığına göre Demokritos duyu nesnesi olan görünümleri reddediyor ve onlardan hiçbirinin hakikate göre görünmediğini, sadece kanaate göre göründüğünü söylüyor. İnsanlar belli bir nomos’a yani alışkanlığa dayalı bir yasa veya geleneğe bağlı olarak duyu verilerini yorumlarlar. Örneğin bir şeyin tatlı olduğunu söylemek nomos’agöredir, geleneğe göre; bir şeyin acı olduğunu söylemek nomos’a göredir, yani geleneğe.

 Soğuk, renk, bunlar hep insanlar arasındaki nomos’a göre belirlenmiş ad veya durumlardır, bunlar gerçekte yoktur. Gerçekte acı veya tatlı diye bir şey yoktur. Bir şeyi, gerçek haliyle değil, sadece hem cismin hem de nüfuz eden ve iten şeyin özelliğine göre değişmiş halini kavrarız. Demokritos duyularla gelen bilgiyi «belirsiz» olarak adlandırıyor, gerçekte olanın bilgisini göz önünde tutarak onun çürütülemez olmadığını söylüyor. İki kanaat türü vardır: Biri özgündür, diğeri belirsiz. Şunlar belirsiz olanlara özgüdür: Görme, işitme, koku, tat ve dokunma. Duyu kaynakları. Bu belirsiz unsurları özgün olan şeylerden ayıracak şey nedir? Akıl. Peki,  akıl yoluyla öğrenebileceğimiz, var olduğunu anlayabileceğimiz o özgün ve gerçekte olan şeyler nedir? İki şey: «Atomlar ve Boşluk» 

Duyu verilerinin bilgisine dayanırsak biz kör cahiliz, gördüğümüz kesin değil, duyduğumuz kesin değil. Akletmeden hakikate ulaşamıyoruz. Akıl yoluyla hakikate ulaşacağız.

Bu yüzden Diogenes Laertios 9.72’de Demokritos’un bu anlayışı şöyle muhteşem bir cümleyle özetleniyor:

«Gerçekte hiçbir şey bilmiyoruz, zira Hakikat derinlerdedir.»

O hakikat atomlar ve boşlukla açıklanmıştır.

Onların ne olduğuna bakalım.

Simplikios’un, Aristoteles’in Gökyüzü Üzerine adlı eserine yazdığı yorum metninde, Aristoteles’in günümüze ulaşmayan Demokritos Üzerine adlı eserinden birkaç satır alıntılanıyor. Bu alıntıların aktardığına göre Demokritos «ebedî unsurların doğasının sonsuz sayıdaki küçük tözlerden/maddelerden/var olan şeylerden oluştuğunu» söylemiş. Ancak bu «ousia»lar, maddeler, tözler için sonsuz büyüklükte bir yer olduğunu da varsaymış. Peki, Demokritos bu yeri nasıl adlandırıyor? Sonsuz sayıdaki tözün bulunduğu bu yeri şu kavramlarla açıklıyor: kenon, boşluk – oudeis, hiçlik ve apeiron, sonsuzluk veya sınırsızlık.

Sonra, Demokritos maddelerin/tözlerin her birinin «bir şey», «sıkı/yoğun olan, bir yerde bulunan» ve «var olan» olduğunu söylüyor.

Bu kavramlar birbirinin zıddıdır.

Bu tözler, maddeler o kadar küçüktür ki, duyu organlarımız tarafından duyumsanamazlar.

Her türlü şekle ve her tür biçime girerler, büyüklükleri farklı olabilir.

Birbirlerinden farklı oldukları için boşlukta taşınırlar, bir yerden başka bir yere giderken çarpışırlar ve öyle şiddetli bir şekilde kenetlenirler ki, birbirlerine yapışıp bitişik hale gelirler. Bazıları kanca, bazıları içbükey, bazıları dışbükeydir.

Demokritos’a göre bu tözler, maddeler daha güçlü bir zorunluluk onları sarsana ve dağıtana kadar birbirlerine yapışık halde olurlar.

İşte bu töz veya maddelere Demokritos ve Leukippos «atom» adını verirler.

Boşluk olmadan hareket olmaz, boşluk var olmayandır, var olanın yokluğu var olmamaktır, zira var olan en dar anlamıyla bir yer kaplayandır. ancak Leukippos’un söylediğine göre, bu »yer kaplayan» bir tane değildir, sayısız birçok şeydir ve küçük oldukları için görünmezler. Bu şeyler yani atomlar, bir araya geldiklerinde şeylerin oluşunu meydana getirir, birbirlerinden ayrıldıklarında ise onların yok olmasına neden olur. Başka deyişle Atomlar bir araya gelip kenetlenince nesneler meydana gelir, atomlar birbirlerinden ayrıldıklarına ise nesneler ortadan kalkar.

Az önceki bilgi Simplikios’tandı, bu son söylediklerim ise Aristoteles’in Oluş ve Bozuluş üzerine adlı eserinden. 

Atomculuk fikri açısından Aristotelesçi geleneğe çok şey borçluyuz. Buna Simplikios’u da dahil ediyorum.

Aristoteles’in Physika’sına yazdığı yorum metninde (DK 67 A8, 68 A38 ve Laks-Most D32) Leukippos’un aslında Parmenides ve Ksenophanes ile aynı yolda yürüdüğü ama onların gittiği yönün tersine gittiği söyleniyor.

Parmenides ile Ksenophanes, bütünün bir, hareketsiz, yaratılmamış ve sınırlı olduğunu iddia edip var olmayanın inceleme konusu bile olamayacağını söylerken, Leukippos töze denk gelen atomların sonsuz sayıda, hareketli ve bölünmez olduğunu (zaten «atomos» o demek), var olan şeyler arasında durmayan bir yaratım ve değişim süreci yaşandığını söylemiştir. Leukippos’a göre var olan, var olmayandan daha fazla olamaz (yani madde, içinde hareket ettiği, faal olduğu boşluktan daha fazla olamaz), ama ikisi de yani atom ve boşluk nesnelerin meydana gelmesinin aynı şekilde nedenidir. Simplikios’un Physika’ya yazdığı yorum metninden çıkardığım özet bu. Bu bölümü benim Atomcu Felsefe Fragmanları kitabımın D19 fragmanında tüm detaylarıyla çevirdim. Meraklısı oraya bakabilir.

Burada Demokritosçu Atomculuğu detaylı ele alabiliriz ama o kadar vaktimiz yok.

Genel hatlarıyla Atomcu felsefenin antik Yunan felsefe tarihindeki yerini tespit etmeye çalışalım.

Öncelikle şunu söylemek lazım, Leukippos ile Demokritos’un Atomculuğu, aslında var oluş ve yok oluş üzerine iki aşırı ucun, yani Herakleitos ile Elea ekolünün dışında üçüncü bir uzlaşmacı anlayış olarak beliriyor.

Parmenides gibi Demokritos da mutlak bir meydana gelme ve yok olmanın imkansız olduğunu düşünüyordu ama ondan farklı olarak varlığın çok yönlülüğünü reddetmedi, monizm yani tekçilik düşüncesine kapılmadı, aksine atomların sonsuz çeşitliliği ve boyutluluğu onu varlığın özündeki çokluk anlayışına götürdü.

Bunun dışında Demokritos’un duyusal verilerin güvenilir olmadığı fikri, kaçınılmaz olarak görülen ve kendilerini gösteren şeyler yani fenomenler aleminde duyular dayalı görelilik fikrini doğurdu. Bu çok önemli bir konu. Çünkü doğada gördüğümüz şeylerin nomos’a göre, yani alışkanlığa, yasaya ve geleneğe göre kabul edilmesi, aslında acı veya tatlı diye bir şeyin olmaması, doğadaki apaçık durum ve etkilerin bile tartışmaya açık olduğu düşünceini doğurdu. O halde buradan sofist iklimin beslenmesi şaşırtıcı mıdır?

Yani doğal olduğunu düşündüğümüz, sandığımız duyumsama verileri tartışmalıysa, acı ve tatlı diye bir şey yoksa, bunu etik ve politik bağlamda yorumlarsak, değer yargılarımız için de acaba aynı görelilik ilke ve ölçütünü kullanabilir miyiz? Öyle ya, Atomcuların bilgi teorisi bağlamında Theophrastos ne diyordu? Demokritos’a göre her bir şey hakikate göre meydana gelir ve var olur ama neyin küçük olduğu konusu sadece kavrayışla alakalıdır. Yani bir şeyin küçük veya büyük, değerli veya değersiz olduğunu belirleyen şey akıl ve onun kapasitesidir, renk nomos’a göre, tatlı nomos’a göre, acı nomos’a göre, yani bu değerlendirmeler mutlak hakikate ilişkin bir şey söylemiyor, mutlak hakikat atomlar ve boşluktan oluşuyor. Ünlü hekim Galenos’un bir metninde Demokritos’a atfedilen duyumların şöyle yakındığı söyleniyor: «Ah zavallı zihin, tüm kesin yargılarını, biz duyulardan alıyorsun, sonra da bize üstün geliyorsun öyle mi? Bu şekilde üstün gelmen senin yenilmendir.» Bu, Galenos’un Demokritos’a getirdiği nazik ve edebî bir eleştiri. Bu eleştiri, aslında aklî muhakemeyi önceleyen materyalizmin gelenek, adet, alışkanlık yasa, nasıl çevirirseniz çevirin, Yunancadaki nomos’unduyulara dayalı gücünü Demokritos’a hatırlatmaya çalışıyor. İronik olan «nomos»un »yasa» anlamıyla toplumda oynadığı rolün de benzer bir hatırlatmayı gerektirmesidir.

Acı ve tatlı nomos’a göre belirleniyorsa, ahlaki doğru ve yanlış da nomos’a göre belirleniyor olabilir mi? Demokritos’un düşündüğü bu olabilir, olmayabilir ama ondan hareketle, özellikle de sofist ikliminin benimsediği yaklaşım budur. Bu, aslında fizikten etiğe bir varıştır ama görelilik fikri açısından mutlak ahlaki normlar oluşturmanın baltalanmasıdır. Ben, materyalizme çağlar boyunca yönelen o «ahlaksızlık» ithamını buraya dayandırıyorum. Daha da kötüsü, Atomcuların ama özellikle de Demokritos’un kesin ve ana hatları belirli bir ahlak görüşü sunmamış oldukları yönündeki izlenimin de materyalizme yönelen köklü eleştiri geleneğini besleyen bir unsur olduğunu düşünüyorum. Buraya bir şerh düşelim.

Demokritos’un bir ahlak görüşü yok muydu? Bazı felsefe tarihçileri Demokritos’un bir ahlak sistemi oluşturmadığını düşünüyor, örneğin büyük felsefe tarihçisi Guthrie Demokritos’a atfedilen sözlerin fragmanlar olarak kaynağının güvenilir olmadığını düşünüyor, buna hak veriyorum. Bu çok doğru, çünkü Demokritos’a atfedilen sözlerin büyük bir bölümü Stobaeus’ta geçiyor ve ona atfedilen bu özlü sözler çok banal ve sıradan bir insana bile yakıştırılabilir. «Hakikat basittir, yalındır» diyebilirsiniz, o sizin bileceğiniz iş. Bildiğimiz şu: Demokritos’a atfedilen ahlaki sözlerin gerçekten onun tarafından söylenip söylenmemiş olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Neticede Demokritos bir physikos’tur, yani doğaya yönelen bir araştırmacıdır, doğacıdır, doğa filozofudur, fizikçidir, nasıl ifade ederseniz edin physikos’u.

Buna karşılık Gilbert, Von Fritz, Vlastos gibi bazı felsefe tarihçileri ona yakıştırılan kısa özlü ahlaki öğütleri atom felsefesiyle ilişkilendirme eğilimindedir. Ben bu ikincisini daha heyecan verici buluyorum, çünkü felsefi spekülasyon üretebilmemizi sağlıyor. Salt fizik teorisi sunan bir atomcu üzerine konuşacaklarımız, atomculuk üzerine bir ahlak idealizmi kuran bir filozof üzerine konuşacaklarımızdan daha azdır. Ben Demokritos üzerine daha fazla konuşmayı tercih ederim.

Mevcut fragmanlara göre ona çok fazla aforizma, özlü söz yakıştırılmıştır, çok fazla.

Bu sözler, diğer bütün antik Yunan felsefe ekollerine ve filozoflarına yakıştırılan sözlerle birçok ortak özellik taşıyor. Mesela ölçülülüğün övülmesi.

Demokritos ısrarlı bir şekilde ölçülülüğü över, onu tatmin olma açısından yorumlar. 

«İnsan» diyor «ölçüyü kaçırırsa, en büyük tatmin bile tatminsizliğe dönüşür.»

«Her hazzı değil, sadece iyiye dayanan hazzı seç.»

Peki, buradan bir ahlak felsefesi çıkar mı? Eduard Zeller, Demokritos’ta idealist bir ahlak sisteminin bulunduğunu iddia ediyor, buna katılıyorum. Ben de benzer bir görüşteyim. Bu görüşe göre, düşüncenin duyu algısına üstün olması gibi, ahlaken iyi olan hakkındaki akla dayalı bilgi de duyuların dürtülerine, ruhun huzuru, ruhun uyum içerisindeki sükuneti zevk ve acıya üstündür. Demokritos’un ölçülülüğü tatmin üzerinden ele almasının yersiz veya belli bir ahlak idealizminden yoksun olmadığını düşünüyorum.

Aklı ahlakî bir belirlenim alanı olarak sunuyor. Ona dayandırılan ahlaki maksimler, aforizmalar çok fazla, bunlar Epikouros’a atfedilen Kuriai Doksai’daki gibi kısa ve özlü ahlaki öğütleri andırıyor. Demokritos’un ahlakı akla dayanan ve insanın mutluluğunu hedefleyen bir ahlaktır, böyle olmayan bir ahlak anlayışı var mı, bilemem? O başka bir konu ama Demokritos’un eudaomonistik yani mutluluk odaklı ahlak anlayışının akla dayanması, onu sofist ikliminde çağdaşları gibi bireyin ve toplumun yapısına ilişkin düşünmüş olduğunu akla getiriyor. Salt atom teorisine yönelmiş olmasa gerek.

MÖ 5. yüzyılın ortalarında ve sonraki dönemde Atina’da felsefe camiasının merkezinde insan var, Demokritos’un bu camianın ana ruhundan, eğiliminden uzak olduğu düşünülemez. Özgür bir demokraside yoksul olmanın, otokratik bir yönetim altında refaha kavuşmaktan daha iyi olduğunu söyleyen bir adamla karşı karşıyayız. Kötü bir politikacının eleştirilmesi gerektiğini ama iyi bir politikacının özel olarak övgüyü hak etmediğini söylüyor, çünkü onun görevi odur, bir insan görevini yerine getirdiği için övülmez. Demokritos’un atom teorisinde nomos’u hakikatin belirlenimi çabası sırasında zıt bir unsur olarak, duyu verilerinin kabulü açısından nispeten olumsuz bulurken, bilhassa toplumsal «nomos»uyani yasayı ve yasaya biat etmeyi insan için yararlı bir durum olarak görür.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: