Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

“Roma’da Felsefe” (Küresel Fikir Atölyesi, 11 Ağustos 2021)

Merhaba değerli dostlar, 11 Ağustos 2021 tarihinde Küresel Fikir Atölyesi’nin konuğu oldum. “Roma’da Felsefe” başlıklı konuşmamın tamamını buradan izleyebilirsiniz. Bu vesileyle Küresel Fikir Atölyesi’ne, Leman Toykan hanıma ve tüm katılımcılara teşekkür ederim.

Roma’da felsefe: Bir coğrafî belirlenim unsuru olarak Roma’daki felsefe faaliyetlerini ifade eder. Tarihsel olarak baktığımızda Roma’nın efsanevi kuruluş tarihi olan MÖ 753’ten MÖ beşinci yüzyıla kadar krallık rejimi vardır, Tarquinius hanedanının kovulmasıyla birlikte res publica yani cumhuriyet dönemine geçilmiştir, MÖ birinci yüzyılından sonundan itibaren de imparatorluk dönemi başlar. MS dördüncü yüzyılın sonunda da imparatorluk ikiye bölünür. Felsefenin bu tarihsel dönemlerde yeri ne? Romalılar felsefeyle ilkin MÖ 2. yüzyılın ortalarında karşılaşmıştır. Bu metinlere dayanan resmi hikayedir. Ancak bir de tartışmalı bir hikaye var. [Roma krallığı ve Numa öyküsü, Pythagoras ve Pythagorasçılık]

Romalı felsefe: Adı üstünde Roma’ya ait, Romalılaşmış felsefedir. Burada “Romalılaşmış” ifadesi önemli, bu bize Roma’dan önce de var olan felsefenin Roma’da Romalı kimliği kazanmış olduğunu gösterir. Miriam Griffin ile Jonathan Barnes’ın editörlüğünü üstlendiği “Philosophia Togata” başlıklı iki kitaptan oluşan bir seri vardır. Oxford’dan çıkan bu serinin başlığı bilinçli olarak Philosophia Togata olarak belirlenmiştir, çünkü Toga, biliyorsunuz Romalı kıyafetidir. “Philosophia Togata” “Toga giymiş Felsefe” anlamını taşır. Bu serideki makaleler felsefe ile Roma’nın politik ve kültürel yaşamı arasındaki ilişkiyi inceler. “Romalı felsefe” tamlaması bu yüzden geleneksel Yunan felsefesine Roma’nın politik ve kültürel yapısı açısından yeni bir kimlik kazandırmayı ifade eder. MÖ ikinci yüzyılın başından itibaren Akdeniz coğrafyasındaki politik hegemonya Yunan felsefe faaliyetlerini de kapsayacak şekilde gelişmiştir. Dolayısıyla Felsefenin Romalılaşması bir politik hegemonya meselesidir. Başka deyişle yönetenler felsefî düşünceye yön vermişlerdir. Bu yüzden Romalı filozoflarda Roma’nın politik ve kültürel temalarını görürüz. Bir örnek vermek isterim.

MÖ 1. yüzyılın ortasında ölen Romalı Lucretius meşhur De Rerum Natura adlı eserinde her ne kadar Yunan filozof Epikuros’un ayak izlerini takip ettiğini söylese de Romalıların kültürel ve dinsel ataları arasında yer alan Venus’e seslenmiş, onun mitolojide birçok öyküye konu olan savaş tanrısı Mars’la olan ilişkisine son vermesini istemiştir. Bir filozof bunu niye ister? Lucretius ülkesindeki iç savaşın bitmesi için böyle bir istekte bulunuyor, oysa ayak izlerini takip ettiğini söylediği Epikuros bunu yapmazdı, bir Romalı olarak Lucretius bunu yapmıştır. Yunan filozof Empedokles’in kozmik yaratıcı gücün temsili olarak yücelttiği Aphrodite, Romalı Lucretius için politik çatışmayı bitirecek bir güçtür.

MÖ 1. yüzyıldan itibaren Epikurosçuluk, üzerindeki haksız “kontrolsüz haz = ahlaksızlık” suçlaması bir yana, (aslında Epikuros sade yaşamı vazeder ve hazzı doğal ihtiyaçlarla ve acı çekmeme kriteriyle sınırlar) Roma’da tümüyle haz perspektifli bir düşünce tarzı olarak görünmez. Nitekim Epikuros “tanınmadan yaşamak” anlayışına dayalı bir “bahçe” felsefesini vazetmiştir, oysa Roma’daki Epikurosçuların neredeyse tamamı tanınmış devlet adamları veya onların çevresindeki insanlardı. Örneğin MÖ 110 ile 35 yılları arasında yaşamış olan Gadaralı Epikurosçu filozof Philodemus Roma’ya gelmiş, Iulius Caesar’ın eşi olan Calpurnia’nın babası Caesoninus’un dostluğunu kazanmış ve ondan destek görmüştür. O da karşılığında çevresiyle felsefi ve entelektüel birikimini paylaşmıştır. Philodemus’un güncel siyasetle ilgilendiğine dair metinsel dayanaklarımız var. Yani Yunan’da siyasî hüviyette olmayan Epikurosçuluk Roma’da siyasetin şemsiyesi altındadır.

Roma’da doruğa ulaşan Stoa felsefesinin örneklerine bakarsanız, kahramanlar görürsünüz. Örneğin Hercules, Sokrates ve toplumda her türlü baskıya karşı ruhun ölümsüzlüğü ve doğanın rehberliği, tanrısallığı fikriyle direnmeyi salık verirler. Romalı Stoacılar ama özellikle de Seneca, kahramanlarını Roma tarihinden seçmiştir. Sokrates’in yanına direnç ve cesaret sembolü olarak iç savaşta Caesar’a karşı savaşan Genç Cato’yu koymuştur. Genç Cato’nun teslim olmaktansa cesaretle intihar etmesi bir Stoacı erdem olarak karşımıza çıkarılır.

Bunlar gibi örneklerin sayısını arttırabiliriz. Ben diyorum ki, Romalı felsefe bilhassa etik alanda felsefî içeriğin Romalılaşmasıdır. Burada Romalıların, bizim için de söylenen imparatorluk hüviyeti önem arz ediyor.  Çünkü imparatorluk kaygısı ve politik idare mantığı bize somut sorunlara somut çözümler bulmamız gerektiğini hatırlatıyor. Roma hukukunun bu denli köklü ve sonraki yüzyıllar üzerinde etkili olmasının nedeni Roma’nın merkezde ve periferide görünen hegemonik karakteridir. Hukuk nedir? “1) Haklar, 2) Toplumun yaşayışını düzenleyen, devlet müeyyidesiyle güçlendirilmiş yasa ve kuralların bütünü” Bir kural ve nizam medeniyetinden bahsediyoruz. Felsefenin alt kolu olan etik insanın bireysel ve toplumsal kimliğini düzenlemeye, neyi nasıl yapması gerektiğine ilişkin ilke ve kuralları ele alır, işte Romalı kafası, kural ve nizam medeniyeti anlayışını etiğe de yansıtmıştır. Roma’nın yüzyıllarca varlığını sürdüren kökensel ahlak anlayışıyla örtüştüğü ölçüde felsefe ekollerinin etik ilke ve kurallarını kabul etmiştir. Bu yüzden Roma tarihinde felsefe ile Roma’nın politik ve kültürel karakteri arasındaki ilişkide baskın taraf felsefe olmamıştır, felsefe Roma düşünce dünyasını şekillendirmemiş, Roma düşünce dünyası felsefeyi şekillendirmiştir. Bu yüzden “Romalı felsefe” demek yeni bir felsefe demektir, bir imparatorluk felsefesi.

Roma felsefesi: Üçüncü unsur olarak “Roma felsefesi” tamlamasını tam da bu noktada anlamlı buluyorum. Roma felsefesi Roma’nın karakterini ortaya koyar. Bu karaktere dair biraz konuşalım. Öncelikle Romalılar her zaman bireyin ve toplumun dışında, hatta üstünde bir kudretin varlığına inanmıştır. İnsan o kudrete boyun eğmelidir. Boyun eğmezsen felaket yaşaman kaçınılmazdır. Bu yüzden ideal Romalı tanrısal kudrete adanmış bir yaşam sürer, kendisini tanrısal bir amaca adar. Latincede “do ut des” deyişi vardır, “vermen için veriyorum” anlamında. Tanrılara kurban veya sunu vereceksin, yaşamsal koşuşturmanı aslî gaye olarak onlarla ilişkilendireceksin ki, karşılığını alabilesin. Bugünün insanına bu menfaatçi bir yaklaşım gibi görünebilir, doğrudur ama dinsel inancın da bir ölçüde yarar ve çıkar beklentisine bağlanması, bireysel ve toplumsal ilişkilerin belli bir nizam içinde yürütülmesi açısından faydalıdır. Klasik bir fikirdir: Alimler “gözetleyen tanrı” fikrini icat etmiştir, çünkü toplumun kontrol altında tutulması için “gözetleyen tanrı” iyi bir korku objesidir. Romalılarda ise korkunun yanı sıra yaşamda mutlu olma gayesiyle tanrısal iradeye boyun eğme anlayışı hakimdir. Bu boyun eğiş çalışkanlığı salık verir, çünkü boş boş oturmamalısınız, sürekli çalışmalısınız. Bu yüzden ideal Romalı, erken çağlardan itibaren barış döneminde “çiftçi” yani Agricola, savaş döneminde “asker” yani miles’tir. Bu yüzden Agricola-miles yani “çiftçi-asker” Romalıyı en iyi tamlayan ifadedir. Peki, iyi bir çiftçi-askerin erdemleri nelerdir diye sorsam, üç aşağı beş yukarı hepimiz aynı şeyleri söyleriz: Namus, ekonomi bilgisi, ileri görüşlülük, sabır, çalışkanlık, dayanıklılık, cesaret, özgüven, gösterişli değil sade yaşam tarzı ve büyüklere saygı.

Peki, bu erdemler aynı zamanda hem Presokratik hem de Helenistik dönem felsefe ekollerinin etik yaklaşımlarında karşımıza çıkan erdemler değil mi? İşte burada benim “Roma felsefesi” dediğim ideal Romalı karakterini meydana getiren ve yaşam içinde toplumun yararına işlevsel kılan erdemler bilhassa Helenistik dönem ekolü olarak Stoa felsefesinin temel erdemleriyle örtüştüğü için Roma’da Stoa felsefesi diğer felsefe ekollerini bastırmıştır.

Yine erdemlerden bahsedersek bunlar aynı zamanda bir askerin erdemleridir. Asker de çiftçi gibi disiplinlidir, düzenli bir yaşam sürer, özgüvenli, dayanıklı ve cesur olmalıdır. Beklenmedik olaylara karşı hazırlıklıdır. Aksi halde kendi yaşamını ve ülkesini tehlikeye atar, işte bu yüzden Romalı olmak demek her zaman tetikte olmak demektir. Romalı dışarıda gördüğü ve yurduna faydalı olacağına inandığı şeyi seçip alır, bu yüzden filolog M. L. Clarke “Romalılar öğrenmeye hazır öğrencilerdi” demiştir. En büyük öğretmenleri de Yunanlardı elbette. Yunan örnekliği bir kültür örnekliğidir. Edebiyat, sanat, felsefe alanında Yunan kültürü Roma’ya geçmiştir. MÖ ikinci yüzyılda yaşamış olan Scipio Aemilianus, bu yüzden önemli bir adamdır. Çünkü etrafında “Scipio Çevresi” olarak bilinen bir edebiyat çevresi kurmuş, Yunan örnekliğiyle Latin edebiyatının gelişmesini sağlamıştır. İronik olan şu: günümüzde olduğu gibi, Roma döneminde de yabancı kültür düşmanlığı vardı. Scipio’dan yaşça büyük olan Yaşlı Cato bu düşmanlığın en büyük örneklerindendir. Roma’nın geleneksel değerlerinin katı savunucusu olan Cato felsefeyi, Sokrates örneğini vererek insanları yasadışı düşüncelere çeken bir laf ebeliği olarak görür ve yine Cato’da Yunanların (örneğin Yunan hekimlerin) ve Yunan kültürünün Roma kültürü için tehdit olduğu algısı egemendir. Burada bir çatışma olmuştur: Bir yanda Yaşlı Cato’nun geleneksel Romalı değerlerini koruma eğilimi, diğer yanda Scipio’nun Yunan kültürünü bilhassa edebiyat yoluyla Roma’da yayma eğilimi. Bu tür çatışma anlarında zamanın ruhu, zeitgeist son sözü söyledi, Yaşlı Cato’nun muhafazakarlığı kaybetti. Daha çekici olan Yunan edebiyat eserlerinin örnekliğinde Latince eserler kaleme alındı ve Romalı entelejensiya adım adım şair Horatius’un dizelerini haklı çıkaracak bir noktaya evrildi: “Graecia capta ferum victorem cepit et artis intulit agresti Latio.” Yani “<Romalılar tarafından> esir alınan Yunanistan vahşi galibini ele geçirdi ve sanatlarını kaba Latium’a boca etti.”(Horatius, Epistulae 2.1.156-157) Bu yüzden ikinci yüzyılın sonlarından itibaren bilhassa Yunan tarzı branş eğitim anlayışının yaygınlaşmasıyla birlikte “Roma felsefesi” olarak adlandırdığım düşünce tarzı üzerinde Yunan kültürünün de etkisi görülür olmuştur. Artık komutanlar, devlet adamları çiftçi-asker geleneğinin bir parçası olan kaba yaradılışlı, sert olma karakterinin dışına çıkarak Yunanlar gibi edebiyattan hoşlanan, okuyan ve yazan, daha kültürlü insanlar olmuştur. “Yaşlı Cato’nun muhafazakarlığı kaybetti” dedik ama gerekçeleri ne olursa olsun öngörüsü tuttu, Roma’nın sınırları ve politik egemenlik alanı genişledikçe Roma’ya daha fazla yabancı unsur girmiştir. Sınırlar genişlediğinde eski adetleri korumak zordur. Dolayısıyla MÖ 1. yüzyılın sonundan itibaren Latin edebiyatında ısrarlı bir biçimde “ahlaken bozulduk” teması işlenir, tarih eserlerinde, şiirde, felsefe eserlerinde hep eski sade yaşam odaklı Roma kültürünün bozulduğu söylenir. Hatta ahlakî bozulmadan açıkça veya kapalı bir üslupla bahsetmeyen hiçbir Latince eser yoktur. Fellini’nin Satyricon diye bir filmi vardır, imparatorluk döneminde yaşamış olan Romalı yazar Petronius’un eseridir aslında. O eserde Trimalchio adında görgüsüz bir Romalı zengin vardır, onun yaptıkları, şatafatlı akşam yemeği hicvedilir. Alabildiğine görgüsüzlük vardır. Nerede kalmış çiftçi-asker geleneği? İşte ben, bu bozulmaya verilen tepkilerde de “Roma felsefesi”nin izini sürüyorum. Örneğin Cicero’da veya Seneca’da, daha birçok isimde. Ahlakî bozulmaya gösterilen tepki de ahlakî bir anlam içerir, ahlak var ki, ahlaksızlıktan şikayet ediliyor, buradaki mantığım bu. Bilhassa Seneca’nın ahlaki yozlaşmışlık örneklerine karşı eski Roma’nın adetlerini yüceltmesi veya yoğun iç savaşlar sonunda yorgun düşen Roma halkının karşısına siyasî, kültürel ve ekonomik reform iddiasıyla çıkan Octavianus Caesar Augustus’un Vergilius’a köken öyküsü içeren Aeneis destanını yazdırması, bu destanın Romalıya eski adetleri hatırlatması kayda değerdir. Yine Romalıların siyaset tarihindeki önemli işlevsel buluş veya hamlelerinden biridir, siyasi bir çöküntü durumunda çareyi geçmişin “doğru” değerlerinde arama gerekliliğini önemsemişlerdir. Mos maiorum yani “ataların geleneği”, gelecek vizyonunu beraberinde getirir. [Mustafa Kemal Atatürk örnekliği ve Augustus, Aeneis, dünya egemenliği vizyonu]

Sonuç itibariyle Roma felsefesi özünde çiftçi-asker geleneğinden dünya egemenliği fikrine uzanan, inişli çıkışlı bir tarihin arkasındaki fikirdir ve Roma İmparatorluğu yıkılmış olsa da bu fikir yok olmamıştır. Siyaset tarihindeki imparatorluk vizyonlarına, kültür taşıyıcılığı misyonuna yansımıştır, Roma her zaman bir örnek olarak kalmaya devam edecek.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 12/08/2021 by in Eskiçağ üzerine, Felsefe - bilim and tagged , , , , , , , .
%d blogcu bunu beğendi: