Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

Platon’un Kritias Diyaloğu ve Atlantis Mitinin Anlamı

Plutarkhos’un MÖ 640-560 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen ünlü yasakoyucu, devlet adamı ve şair Solon’un hayatını anlattığı biyografik eserinde söylediğine göre [Solon 31.3] Solon Mısır’da bulunan Sais kentinin alimlerinden öğrendiği kayıp Atlantis kıtası hikayesiyle ilgili bir kitap yazmaya başlamış.

Ancak Solon boş vakit bulamadığı için değil, ileri yaşından ötürü böyle büyük bir esere girişmekten korkmuş ve eseri yazmaktan vazgeçmiş.

Plutarkhos’un devamında [32 vd.] anlattığına göre

Bu kayıp Atlantis öyküsünü geliştirmeye ve süslemeye meraklı olan Platon da yazmaya başlamış.

Daha önce hiçbir öykünün, masalın ya da şiirsel kurgunun anlatmadığı biçimde büyük sundurmaları, gösterişli avluları ve görkemli saray bahçelerini betimlemiş ama onun eseri de yarım kalmış, yaşamı çalışmasından önce sona ermiş.

Bu yüzden Plutarkhos’a göre yazmış olduklarından duyduğumuz haz ne denli büyükse, yazılmamış bıraktıklarından duyduğumuz üzüntü de o denli büyüktür. Çünkü tıpkı Atina kentinde bitirilmeden kalan Olimpeios tapınağı gibi, yitik Atlantis öyküsü de Platon’un bilgeliğinde doğan sayısız güzel yapıt arasında bitirilmeden kalan biricik yapıttır.

Plutarkhos “Ruhun Yaradılışı” [Moralia 1017b-c] ve Epikurosçu Mutlu Yaşamın İmkansızlığı Öğretisini ele aldığı eserinde [Moralia 1093a] Platon’un bu eserini “Atlantis Anlatımı” olarak adlandırır, başka deyişle Plutarkhos bizi Atlantis’le ilgili daha önceki bir metinsel referans olarak Platon’a yönlendiriyor.

Bu konuda yalnız değil.

Diogenes Laertios da kendi biyografik eserinin Platon’la ilgili bölümünde Platon’un Kritias diyaloğunu kastederek Atlantis’le ilgili bir diyalog yazdığını söylüyor [3.51].

MS üçüncü yüzyılda yaşamış olan Porphyrios’un Plotinos’un Yaşamı adlı eserinde [7.15] Plotinos’un Platon’un Atlantis öyküsünü güzel bir şiire dönüştürdüğünü söyler. Keza Philon da Evrenin Sonsuzluğu adlı eserinde [141b] Platon’un Kritias diyaloğuna atfen Atlantis adasından bahseder.

Bu aktarımlar Platon’un Kritias diyaloğunun antik dünyada Atlantis öyküsüyle anıldığını göstermektedir. Ancak Platon sadece bu diyaloğunda değil, Timaios diyaloğunda da Atlantis öyküsünden bahsediyor.

O halde Atlantis öyküsünün Platon’daki kaynakları Kritias ve Timaios diyaloglarıdır.

Platon’un geç dönem eserlerinden olan Kritias, Timaios’la birlikte aslında Platon’un Politeia’sının yani Devlet adlı eserinin devamı olarak planlanmıştır. Kritias, Timaios diyaloğundaki dünyanın yaradılışı ve dünya üzerinde yaşayan kişilerle ilgili anlatının devamı olarak düşünülmüştür. Yani sıra olarak Devlet, Timaios ve Kritias. Aslında Timaios ile Kritias eski Atina devletinin yurttaşlarıyla ilgilidir ve onların savaşta ve barışta nasıl üstün geldiklerini anlatır. Nitekim 108. bölümde diyaloğun konuşmacılarından olan Hermokrates Kritias’tan eski vatandaşların erdemlerini anlatmasını, onların yaptıklarını övmesini ister. Başka deyişle Kritias’tan Atina propagandası yapması istenir. Ancak Kritias Atina propagandasını salt onu yücelterek yapmaz, onu kötü resmedeceği ve rakibi olan bir uygarlık ve politik düzenle karşılaştırarak över. Bu karşılaştırma aynı zamanda ahlak felsefesi açısından olması ve olmaması gereken iki zıt anlayışın, birbirine tezat oluşturan iki yaşam deneyiminin sunulduğu bir zeminde gerçekleşir. Bu iyi ile kötünün öyküsüdür ve Atina iyi olanın temsilidir. Atina uygarlığının rakibi olarak sunulan Atlantis uygarlığı ise kötü olanın temsili.

Bu iyi ve kötü uygarlıklar arasında bir savaş olmuş ve iyi olan uygarlık kötü olan uygarlığı mağlup etmiştir. Savaşın detaylarını bilmiyoruz, çünkü eser Atlantis uygarlığının başına gelenlerin anlatıldığı sırada birden yarıda kalarak biter. Başka deyişle Platon bilmediğimiz bir nedenden ötürü Kritias diyaloğunu bitirememiştir. Uzmanların bu konuda araştırmaları sürmekte ve eserin niçin yarıda kaldığı tartışılmaktadır. Kimilerine göre Platon’un ömrü bu eseri bitirmeye yetmemiştir, kimilerine göreyse Platon bilerek bu eseri yarıda bırakmıştır. Bilmiyoruz. Elimizde kalan metinle yetinmek durumundayız.

Platon diyaloğa adını veren konuşmacı Kritias’a önce Atina ve Atlantis öncesi dönemde tanrıların dünyayı kendi aralarında paylaştığını söyletir. Bu anlaşmazlığın olmadığı bir paylaşımdır. Demirci tanrı Hephaistos ile Athena’nın babaları ortaktı, yani Zeus’tu. Babalarına benzerliklerinden ötürü dünyanın aynı yerinde egemen olmuşlardır. Egemen oldukları yer erdem ve düşüncenin yaratıldığı bir yerdi, bununla birlikte bu tanrısal iradeler iyi insanlar da yaratmışlar ve onlara yönetmeyi öğretmişlerdir. Enteresandır ki, malum iyi ile kötü, Atina ile Atlantis arasındaki savaş sonrasında bu uygarlıkların bulunduğu ada batmıştır ama yüksek yerlerde yaşayan kişiler hala o eski çağlardaki yöneticilerin adlarını bilmektedir. Kritias’a göre dağların tepelerinde yaşayanlar cahildir, sadece yöneticilerinin isimlerini bilirler, bu yüzden onlar adanın batmasından sonra sadece yöneticilerinin isimlerini sonraki kuşaklara aktarabilmişler, çağdaşlarının yeteneklerini aktaramamışlardır.

Burada antedeluvian yani Nuh tufanından önceki soya dair az bilgi sahibi olmamızı andıran bir durum söz konusudur, kadim bilgeliğin taşıyıcısı, ironik bir şekilde, cahil dağ insanları olmuştur. Hayatta kalmaları bizim için şanstır bu bağlama göre. Ayrıca burada tarih yazıcılığıyla ilgili de bir mesaj vardır. Kritias’a göre destan ve tarih yazıcılığı tüm işler bittikten sonra kentte boş vakit bulan insanların yapabileceği bir şeydir, entelektüel uğraş için vakit bulmak önemlidir. Oysa cahil dağ insanlarının böyle bir kapasitesi yoktur, onlar sadece fiziki yaşam koşullarına dayanıklı kimselerdir, edebiyatla ilgilenemezler. Dediğimiz gibi sadece yöneticilerinin isimlerini bilirler. Kritias’a göre kanıtı da vardır, ona göre Solon’a bu eski tarihi anlatan Mısırlı rahipler eski savaşları anlatırken Kekrops, Erekhtheus, Erikhtonios, Erysikhthonos ve Theseus’tan önceki kahramanların da adlarını da anmıştır.

Sonra Kritias iyi uygarlığın temsili olan eski Atina’nın tasvirine girişir.

Her şeyden önce bu toplumda kadınlar ve çocuklar da savaş işiyle uğraşır, savaşçı bir uygarlıkla karşı karşıyayız. Bu aynı zamanda Platon’a, Kritias aracılığıyla, kadın ve erkeklerin uyumlu birlikteliğini doğaya dayandırma imkanını verir. Ona göre doğa bir arada yaşayan erkek ve kadınların, kendi niteliklerine uygun bir şekilde davranmalarını ister. Bunu Platon’un Devlet yani Politeia’daki ideal politik düzenine bağlamak mümkündür, nitekim orada da doğal niteliklere dayalı bir toplumsal görev dağılımı anlayışıyla karşılaşıyorduk. Nitekim Platoncu eğitim anlayışı da adil insanlar tarafından yönetilen adil kent adil insanlar yetiştirecektir, bu adil insanlar da adil bir toplum oluşturacaktır. Burada erdeme dayalı politik bir döngüden söz edebiliriz.

Kritias’ta anlatılan eski Atina’nın yerlileri arasında çeşitli ilimleri bilen çiftçiler vardı. Denize uzanan toprakları verimliydi. Kritias yaşadığı dönemde ülkesinde çeşitli meyvelerin yetişmesini bu verimlilikle ilişkilendirir.

Ayrıca savaşçılar vardı, bu savaşçılar tanrısal iradeye uygun hareket eden üstün yöneticilerin yönlendirmesiyle farklı bölgelere dağılmışlardı.

Özel mülkiyet yoktu.

Eğitim ve beslenme konusunda hiçbir sorun yaşanmıyordu.

Aralarında her şey ortaktı, kimse ihtiyacı dışında bir şey almıyordu.

Evlerinde ve tapınaklarında yaşam sürmelerini sağlayan her şey vardı.

Altın ve gümüş kullanmazlardı.

Ne fakir ne zengindiler, her zaman orta seviyede yaşıyorlardı, adeta ölçülülükleriyle altın oranı tutturmuşlardı.

Müsrif değildiler, yaptıkları evde birkaç nesil yaşayabiliyordu.

Yöneticileri ise kent koruyucuları ve halk tarafından seçiliyordu. Kritias bu insanların Yunanistan’ı ve Atina’yı dikê’ye (δίκη) yani adalete uygun bir şekilde yönettiğini söyler, buradan ne anlamalıyız? Seçilen kişilerin hakka ve hukuka saygı duyduğunu ve seçim sisteminin tam da olması gerektiği gibi işlediğini anlayabiliriz. Yunancada dikê’nin bir anlamı da “alışkanlık”tır, adaletli yönetim alışkanlığa dönüştüğü ölçüde anlamlıdır, hak ve hukukun sağlanması bir süreklilik olayıdır. Kritias’ın anlatımından hareketle eski Atina’nın hakkaniyete dayanan demokratik bir sisteme sahip olduğunu düşünebiliriz.

Kritias bu insanların fiziksel ve ruhsal açıdan güzel olduğunu söyler, hatta bu özellikleriyle ün salmışlar. Bu görünüşlerine de yansıyan bir üstünlük durumunun ifadesidir adeta.

Atlantis uygarlığının tasviri ise kökeninin deniz tanrısı Poseidon’a dayandığı bilgisiyle başlar.

Efsaneye göre tanrı Poseidon ölümlü bir kadından doğan çocuklarını bu Atlantis adasına yerleştirmiş. Tanrının keyfine dayanan bir köken bilgisi vardır burada. Poseidon burada yaşayan bir kıza aşık olur, kızın yaşadığı dağın etrafını hem denizden hem karadan çeşitli Çemberlerle ayırır. Çemberlerin ikisi denizden üçüncüsü ise karadanmış ve bu çemberler adanın ortasından itibaren tüm yanlara doğru eşit uzaklıktaymış. Kritias Bu yüzden hiçbir insanın bu bölgeye ulaşma şansının olmadığını söyler, zaten gemilerde yokmuş o dönemde. Poseidon İlahi gücünü kullanarak bu adayı Güzelleştirmiş. Adanın yönetimini Atlas adındaki en büyük oğluna vermiş, Atlantis ismi işte bu Atlas’tan gelir.

Diğer kardeşler de toprak almış ama asıl Atlantis halkının soyu Atlas’tan gelir.

Atlas’ın soyundan gelenler her zaman yaşça büyük olanı kral seçiyorlarmış. Başka değişle Atina’dan farklı olarak burada Nispeten demokratik bir seçim yoktur, yaşa dayalı monarşik bir düzen vardır.

Burada önemli olan, Bu monarşik düzenin uzun sürmüş olmasıdır. Burada politik düzene ilişkin olumsuz bir tavır veya bir eleştiri yoktur, metnin bu bölümünde henüz Atlantis iktidarının olumsuzlandığı söylenemez.

Aksine ne kendilerinden önce ne de kendilerinden sonra hiçbir toplumun başaramadığı ölçüde zenginleştikleri vurgulanır. Atlantis adası bu aşamada Ticaretle de meşgul olan zengin bir ülkedir. Madencilik gelişmiştir. Her tür tarım yapılmaktadır ve her tür ürün bulunmaktadır. Toprağın zengin olması sayesinde tapınaklar saraylar limanlar ve tersaneler inşa etmişler. Görkemli bir saray yapmışlar, göreve gelen her kral Sarayı eskisinden daha güzel hale getirmeye çalışıyor muş, bu yüzden sarıyı gören herkes ona hayran kalıyormuş. Havuzlar köprüler ve türlü mimari yapılarıyla görkemli bir ada vardır karşımızda. Atina uygarlığından farklı olarak görkemli ve altından heykellerle dolu bir Poseidon ve Kleito Tapınağı varmış.

Altınlar gümüşler fildişinden süslemeler bunların hepsi Atlantis uygarlığının Dinsel duyuştan ziyade görkeme dayalı bir tapınak Sistemine sahip olduğunu göstermektedir.

Kralın sarayı ne kadar görkemliyse, tapınak da öyle görkemliymiş. Kritias eskiden kentin askeri ve idari açıdan güçlü olduğunu söylüyor, peki tanrılar niçin böyle bir kentin Atina kenti Ve uygarlığıyla düşman olmasını istemiştir? Burada Kritias’ın söylediğine göre, uzun bir süre boyunca tanrısal soylarından dolayı kendilerini yasalara uygun bir şekilde yöneten Atlantisliler kendi kanlarında bulunan doğruluk ve asalete aykırı davranmamışlardır. Düşünce yapıları başlangıçta doğruymuş. Ne zaman karar alsalar birbirlerine karşı nazik ve düşünceli olurlarmış. Onlar için en önemli şey erdemmiş, erdem dışında hiçbir şeyi önemsemiyorlarmış, bu nedenle sahip oldukları diğer zenginlikler onların gözünde sadece birer yük gibiymiş. Hiçbir zaman kendilerini zenginliğe kaptırmıyorlar ve hiçbir şekilde doğruluktan sapmıyorlarmış.

Ölçülüymüşler, bu yüzden zenginlik ile erdem birleştiğinde bu erdemin arttığını, ancak zenginliğe daha çok önem verilirse erdemle beraber zenginliğin de kaybolduğunu düşünüyorlarmış.

Kritias onların içlerindeki tanrısal özlerini yitirmedikleri sürece zenginleşmeye devam ettiklerini söyler. Ancak zaman içinde ölümlülerle daha fazla ilişki kurduklarından içlerindeki tanrısal özü kaybetmişler. Başka deyişle tanrısal olana yüz çevirip tanrısal olmayana yönelmişler. Bu aslında bir tercihtir, erdemden vazgeçip geçici ve dünyevi unsurları kendini kaptırmanın öyküsüdür, zaman içinde sadece tanrısallıktan değil zenginlikten de uzaklaşmışlardır. Burada çileci fakirlik Yüceltilmez, erdemle birlikte gelişen zenginlik fikri vurgulanır. Atlantisliler erdemleriyle birlikte huzurlarında getirmişlerdir. En önemli karakteristik özellikleri olan Erdemliliği yitirince Çirkinleşmişlerdir. Artık onlar Vahşi’yi saldırgan açgözlüdür. Bunu gören yasaların belirleyicisi Zeus eskiden Erdemli olan bu insanların Atalarından dönmelerini ve cezalandırılmalarını ister. Tanrıların hepsini evrenin ortasına toplar ve onlara seslenir.

Tanrı Zeus un diğer tanrılara Atlantis halkı ile ilgili ne söylediğini bilmiyoruz çünkü eser burada bitiyor ve günümüze tam ulaşmamış oluyor.

Bu yüzden onunla ilgili tarihsel ve edebî açıdan bilgi eksikliğimiz söz konusudur.

Platon Yasalar adlı eserinin üçüncü kitabında Atina’nın tarihsel geçmişini ve Perslere karşı mücadelesini anlattığından, kimilerine göre Kritias’taki Atina tarihine eklemlenmiş Atlantis öyküsü bir kurgudan öteye gidemez. Geçmişte ve günümüzde Atlantis adasını suların altında veya dağların tepesinde keşfetmeye kalkışanlar için kötü bir haber bu, yani kayıp Atlantis adası “sadece” Platon’un kurgusu olabilir.

Zaten Kritias diyaloğunun odak noktası, yani Platon’un bize vermek istediği ders “doğruluğun bir ulusu yücelteceği”, “kibrin ise bir ulusu yıkıma sürükleyeceği”dir. Nitekim Atlantis’in kralları, o görkemli krallıklarıyla, kibir ve küstahlıklarıyla yıkıma sürüklenen kralların bir prototipidir.

Odak noktası Atlantis adası değil, oradaki kibirli ve kötücül halk ve politikacılardır.

Atlantis yenilmiş bir uygarlıktır.

Atlantis anlatısı ölçülü, özkontrolü olan ve göğün yasalarına saygı duyan insanlara yenilmiş bir uygarlığı, barbarlığın yıkılışını resmeder.

Çıkarılması gereken ders budur.

Bu diyalog ve mitle ilgili ileri okuma kaynakları şunlardır:

-Lord Arundell of Wardour, The Secret of Plato’s Atlantis, 1885 (https://books.google.com.tr/books?id=teIIAAAAQAAJ&printsec=frontcover)

-Thomas Kjeller Johansen, Plato’s Natural Philosophy: A Study of the Timaeus-Critias (https://books.google.com.tr/books?id=-PNzC8yhvAYC&printsec=frontcover)

-Warman Welliver, Character, plot and thought in Plato’s Timaeus and Critias (https://books.google.com.tr/books?id=ynyiDwAAQBAJ)

-Gijsbert Jonkers, The Textual Tradition of Plato’s Timaeus and Critias (https://books.google.com.tr/books?id=FbePDQAAQBAJ)

-Laurence Lampert, Christopher Planeaux, “Who’s Who in Plato’s ‘Timaeus-Critias and Why.’” The Review of Metaphysics, vol. 52, no. 1, 1998, pp. 87–125.

-Eric Voegelin, “Plato’s Egyptian Myth.” The Journal of Politics, vol. 9, no. 3, 1947, pp. 307–324.

-C. Stegman, “Remembering Atlantis: Plato’s ‘Timaeus-Critias’, the Ancestral Constitution, and the Democracy of the Gods.” Political Theory, vol. 45, no. 2, 2017, pp. 240–260.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 30/03/2021 by in Eskiçağ üzerine, Felsefe - bilim and tagged , , , , , , , , .
%d blogcu bunu beğendi: