Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Birinci post için bkz.
https://jimithekewl.com/2011/06/07/mukemmellik/
Saygın akademi kuruluşu ICIEWORLD’un sponsorluğunda ve projesi kapsamında İstanbul Üniversitesi Fen / Edebiyat Fakültesi’ndeki Cemil Birsel Konferans Salonu’nda düzenlenen Üstün Yeteneklilik, Yaratıcılık, Gelişim Konferansı’nın ilk günü tamamlandı. Bugünün ve 7-8-9 Temmuz tarihlerinin programı için tıklayın.
İlk gün konuşmalarından ikisi bilhassa ilgimi çekti.
Birincisi Roeper Review’in editörü olan Rider Üniversitesi‘nden Don Ambrose’un “Dogmatism and High Ability: The Erosion and Warping of Creative Intelligence” başlıklı konuşmasıydı. Hocanın konuşması temelde bugünün büyük problemlerinin (global ekonomik krizlerin, iklim değişikliklerinin vs.) genelde üst düzeyde yaratıcı olan üstün zekalı ve zeki insanların eylemlerine dayanıyor olması üzerineydi. Konuşmada Wall Street gibi “masters of the universe”in açıkça kendini gösterdiği bir alemin nasıl kanıksandığından hareketle, bu efendilerin dünyaya getirdiği krizlerin etik açıdan “görünürde” sorun teşkil etmemesine rağmen (ekonomik kriz nedenleri bilinen bir sonuçtur ancak etik açıdan yargılanası değildir, keskin zekalar krize neden olur ancak olgusal bakıldığında nedenler ortaya konabildiği için ve o nedenler bizim yaşam standardımızın temelini oluşturduğu için o keskin zekaları yetiştiren sistemi tartışmayız -bu bizim kendimizi tartışmamız anlamına gelir- ya da insanoğlunu bu krizlere vardıran aslî nedenleri soruşturmayız, sadece krizi atlatmayı düşünür ve kriz öncesi döneme dönmek isteriz) aslında bir insanlık / zeka problemi olarak değerlendirilmesi gerektiği vurgulanır. Neo-liberal ekonominin kendine has, yeni bir totaliterlik oluşturması insanları kendisine “üstün zekalı, üzerine oynanası, değerlendirilesi, özel” insanlar aracılığıyla bağlamasından kaynaklanır. Bu şu demek:
Üstün zekâların eğitimi üzerine yeniden düşünmek zorundayız. Unutulmamalı ki, üstün becerileri olan için, o becerileri sergilemek “doğal”dır, o halde doğal olanın eğitimi, insanlığın bekası adına şarttır, çünkü üstün becerililik “kendinde iyi” bir şey değildir, kullananına göre bir değer kazanır. Özgürleştiren ile özgürlüğü ortadan kaldıranın yeteneği bir olabilir, mühim olan yönelimidir.
Burada benim ilgimi çeken bir diğer husus ise Ambrose’un üstün yetenekli çocukları dogmatik kabullerden nasıl sıyırmamız gerektiğine ilişkin yaptığı vurgular oldu. Türkiye de dinî ya da ata / milli dogmaları yeni yeni tartışılmaya başlamış bir ülke olması hasebiyle (ki konuşmaların büyük Atatürk resmi önünde yapılıyor olması büyük ironidir ya da oksimoron örneği), bu konuşmanın ciddi muhatabı oluyor bana kalırsa. Özgür eğitime bağlı olarak açık birey ve açık toplum ideali güden her kafa Ambrose’un incelikli zekâsının ürünü olan kompozisyonu dinlemeliydi, umarım bu konuşma tez vakitte Türk okuyucusuyla buluşur.
İlgimi çeken ikinci konuşma ise California Üniversitesi’nden Dean Keith Simonton‘un “Excellence in the Sciences, Humanities, and the Arts: How Many Different Kinds of Creativity Are There?” başlıklı sunumu oldu.
Hoca yaratıcılığın homojen yapıda olmadığını farklı alanlarda sivrilen “üstün” kişilerin kimlikleriyle ortaya koymaya çalıştı. Farklı sahalarda (fizik, kimya, biyoloji, psikoloji, sosyoloji, felsefe ve diğer insan-bilimleriyle birlikte sanat) öne çıkan bireylerin yetenekleri belli bir hiyerarşik sıra oluşturmaktadır. Bu sıra üç temel üzerinde yükselir:
Bir: Sertlik vs Yumuşaklık. Sert temelli yaratıcılık daha objektif, mantıksal, algoritmik, biçimsel, uzlaşımsal ve zorlamaya dayalıdır. Yumuşaklıkta ise tam tersi geçerlidir, öznel, sezgisel, heuristik / bulgusal, duygusal, ıraksak ve özgür yaratıcılık dikkat çeker.
İki: Üstün nitelikli bireyler kişisel karakterlerine bağlı olarak kimi psikopatolojik davranışlara daha yatkın olabilir.
Üç: Yaratıcılar farklı alanlarda gelişimsel deneyimlerine bağlı olarak farklı gelişim gösterir aileleri, sosyal çevreleri, temel eğitimleri, rol modelleri ve mentor’ları onların yaratıcılığına yön verir.
Burada ilk husus Nietzsche’nin klasik Apolloniyen ve Dionysiak beceri / tekhne bölümlemesine dayandığı için dikkatimi çekti. Hocanın Nietzsche referansı üzerinden sert ve yumuşak analizine girişmesi doğal olarak nesnel olan kurallı ile öznel olan şarapseverin beceri konumlanışındaki ayrımına ilişkin gören gözleri düşündürdüğü söylenebilir, zira bu ayrım bilindiği üzere “yaratıcılık” diye bir şey varsa onun çifte kimliğinin özünü oluşturur en azından Nietzsche’nin görüsünde, etrafınızda gördüğünüz her beceride ya da sanat çabasında ya kurallı ve rakip kabul etmez tanrı Apollon’u ya da öznel ve kendinden geçmiş (şarapsever) tanrı Dionysos’u görürsünüz. Becerimiz üzerine ve becerikli tercihlerimiz yolumuzu aydınlatıyorsa, bilmeliyiz ki, yolumuz bu iki tanrıdan birinin tapınağına varır, onu yıkmak için bile olsa, bu böyledir.
Netice itibariyle bu konferansı kaçırmayın ya da kaçırın, tavsiye konusunda ne düşündüğümü bilenler biliyor, bilmeyenlere de söylenecek bir şey yok, bilselermiş ama şunu söylemeden de geçmeyeyim “kızlar da var”. İlk günden karelerle kapatalım:
ego veni hodie sed non potui videre te.