>Löst bitti!
>
Petula Clark – Downtown
Löst bitti. Bugün bazı ihtiyaçlarımı gidermek için Karfur’a seğirttim. Bu güzel günü böylesine raflar-arasına gömülmüş kapitalist işkenceyle tüketmemem gerekiyordu, fazla beklemeden döndüm . Löst’ün finalini izledim ve defteri kapadım.

Malum yerli-yabancı platformlardaki yorumlara göz gezdirdim, şikâyetçi olanlar bir hayli sivrilmiş durumda. Oldum olası iki şeyi anlayamadım. Birincisi futbol taraftarlarının, takımları rezil-rüsva olduğunda, evleri yanmışçasına ortalığı yakıp yıkmaları, ikincisi dizi-film gibi yapımlardan umduğunu bulamayan xvid-mkv tandanslı repidşeyir izleyicilerinin ortalığı velveleye vermesi. Dışarıdan bakan biri, filme yatırdığı paralar batmış prodüktör sanar bunları. Tuhaf. Eloğlu para yatırıyor, belli reklam ve yan-ürün geliri, tüm giderlerle karşılaştırılıyor, gelir gidere üstün gelirse, halkın gösterdiği deli-dehşet rağbet birkaç sezon daha yapımı itekleyecek gibi görünüyorsa devam ediyorlar yoksa fişi çekiyorlar, ne kadar ekmek o kadar köfte. Anlaşılan o ki, altıncı sezonda fişi çekilmesi gerekiyormuşl Löst’ün, nitekim çekmişler de. Bu Karfur’daki , insanın tatil/boş günlerini alışverişe endeksleyen acımasız ve bir o kadar da albenili canavarın birkaç boy küçüğü.

Dizi izleyicisi ister doğrudan tv’den izlesin, ister repidşeyir linkleri üzerinden, ister internetteki video paylaşım platformlarından, fark etmez; neticede takip etmiş oluyor, forumlara üye oluyor, paylaşımlar da bulunuyor, yorumlar yapıyor, yapımdan habersiz olanları itekliyor, gönüllü edvırtayzırlık yapıyor, az biraz parası varsa löst oyuncakları alıyor, masasına koyuyor vs. Mekanizmanın işleyebilmesi için yan sahalarda da bereketli bir alışveriş olması gerek. Linkleri daha rahat indirebilmek için repidşeyire üye oluyor vs. Hayatını tümüyle para harcamaya endekslemiş yığınla birey, beri yandan keyifleniyor, boş anını çok ama çok güzel geçirdiğini düşünüp, üstüne bir de hakkını arıyor! Dizi kötü bir finalle neticelenmişse, yapımcılara, senaristlere küfürler savuruyor. “Ben bunun için mi repidşeyir üyelik aldım be!!” diyor, ilk bakışta haklı gibi, ama kimse ona keyfinin uzun süreceği konusunda garanti sunmamıştı. Hayatta böyle bir şey yok, tüketici hakkını koruyan yasalar keyfe güdümlü değildir, vaate güdümlüdür. Prodüktör ve senarist keyif sunacakları vaadinde bulunmaz, ortaya kârlı bir iş koymaya çalışır, sen bunun bir parçası olmayı kabul edersin ya da etmezsin, bu onların problemi değil. Kimse sana repidşeyira premium üye ol demedi, sen istedin, sen açgözü doymaz bir tüketicisin, her şey senin yüzünden, bu dizinin finali iyiydi de çevresi kötüydü yani sen, sen kötüydün, senden kaynaklanıyor her şey, o Hurley oyuncağını almayacak, Löst forumlarına üye olmayacak üzerine vazife olmayan teorilere bulaşmayacaktın. Cebine para girmiyorsa ya da şahsî sanatsal becerinle itekleyemiyorsan, zanaatin yoksa, senin dizi üzerinde hiçbir hakkın yok, tıpkı tuttuğu takım yenilince stat çevresindeki büfelerin camını indiren taraftar gibi, sen sahibi olduğunu sandığın şeye asla sahip olmadın, sadece öyle göründü sana, bir şey sana öyle görünüyor diye, öyle değildir. O yüzden kaybolmuş senelerine yanma, Löst’ü bir keyfe dönüştüren de sendin, zehir kılıp onunla keyfinin içine eden de. Löst’ü Löst yapanın senin içi-boş beklentilerin olduğunu bilmiyorsun, belki biliyorsun ama işine gelmiyor. Eloğlu kârını düşünerek hareket ederken, sen sanki kolunu yitirmişsin gibi debeleniyorsun. Aklını başına devşirmek zorundasın, yoksa senin de ontolojik açıdan Löst olmana beş kalmış durumda, itidâl kardeşim.

Finale gelirsek bundan iki sene evvel kafamda tarttığım finalle uzaktan yakından ilgisi yok, ancak sakız gibi uzatılabilirliği var. Seneler evvel
Lost’ta Talih Üzerine başlıklı yazıyı
yuzsekiz.com için yazarken (teyit:
http://www.yuzsekiz.com/lostta-talih-uzerine/) dizideki hikâyenin özünde bir Talih tartışması olduğunu düşünüyordum, bilinçli olarak Kader dememiştim, çünkü hikâyede gördüğüm şey Kader değil, Talih tartışmasıydı. Felsefe-Bilim geleneğinde ampirist ekolün temsilcilerinden olan John Locke’un Talihçi ve determinist zihnine karşılık, Jack Shephard bir tür Man of Science rolünü oynuyor ve determinizmi yadsıyordu.
Final bölümünde de bu ikiliyi, benzer bir “sen mi haklısın, ben mi” tartışması içinde bulduk. Jack, sahte Locke’la birlikte, Desmond’ı iple aşağı sarkıtırken hakikî Locke’un haklı olduğunu söyleyerek kendisinin de sonunda Talihçi çizgiye gelmiş olduğunu belli ediyordu. “Bir nedenle adaya gelmiş olmak” ve “bütün bunların bir nedeninin olmaması” çatışmasında, nedensel determinizm yani ilk seçenek ağır bastı ve hikâyeyi bununla bitirdiler. Bu aslında, Man of Science’ın yani Bilim Adamı’nın, inanç bağlamında yola getirilişi anlamına geliyor. Desmond David Hume’cu “başka bir hayatta görüşürüz birader” ümidi, her defasında tekrara alınmış ümitsizliğe ışıkmış gibi görülüyor. Esas kahramanın kapıyı açıp ışık getiren babasının adının soyadının Christian Shephard olması şaşırtıcı değil. Christian = Hıristiyan, Shephard ise Hıristiyan ilahiyatında İsa’nın sıfatı olan “çoban”ın İngilizcesi olan Shepherd’ın yontulmuş hali, sözün özü Çoban Hıristiyan, ölü – cennetlik Lostieleri Kilise’de yani babanın cenaze töreninde ışığa taşıyor. Birtakım kötülere ise Kilsie’de rastlanmıyor, adlarını zikretmeye gerek yok, Benjamin Linus bile kötülüklerinden ötürü içeri girmiyor, kimse de girsin diye ısrar etmiyor. “Yapılacak işlerim var” diyerek bahçede oturmaya devam ediyor, belli ki kamera çekildikten sonra Locke’tan dilediği gibi, önünden geçecek olan başkalarından da af dileyecek.
Ya Michael, ya Mr. Eko, ya Ana Lucia, ya baba Widmore? Onlar kötü. Cennete yani ışığa taşınmıyorlar . Dizinin ilk bölümlerinde namaz kılan, Saddam’ın askerlerinden Sayyid bile Kilise’de ışığa kavuşurken, Mr. Eko gibi sağlam bir dindarın Cennet-dışı kalmış olması, “imanınızla yerinmeyin” ya da “imanla paranın kimde olduğunu ancak Allah bilir” sözlerini anımsatıyor . Jacobvari kuralların işlemediği bir yalnızlık geçerliyse herbir karakter için, oraya işte Jacob da varamaz, adadan kaçmaya meraklı ve bu upurda yaomayacağı kötülük olmayan kardeşi de. Tercihlerimiz yolumuzu aydınlatır mı? Dizi bize biraz da bunu anlatmaya çalışıyor.

Jacob’ın adayları kendi yollarını aydınlatırken, beri yandan başkalarına ait yolları da belirleyebiliyor. Baba Shephard’ın da dediği gibi, adada geçirdikleri zaman, tüm yaşamları boyunca geçirdikleri en güzel zamandı ve bitti. Birbirlerine ihtiyaçları vardı ve bitti. Adeta seyirciden ayrılıyormuş gibi adadan ayrıldılar, final boyunca vurgulanan “gitmek” ve “bitirmek” olguları, dizinin seyirci önündeki özsel durumunu da her daim finale yakışır bir biçimde sıcak tuttu. Birtakım idealler, inançlar, kanılar, sanılar, ihtiraslar, kıskançlıklar ve tek tek sayamayacağımız türden farklı çapraşık durumlara ilişkin mesajlar seyirciyi, bence, hep tek bir noktaya çekti: Yaşadığımız yaşam, gerçekten de yaşadığımız yaşam mıdır? Bunun gerçekten böyle olduğunu bana düşündüren bazı verilerim var, ama onlar sadece veri değil mi? Bir gün gelecek tüm verilerimi yeniden gözden geçirmem gerekecek, bunun için yaşarken aslında ölü olduğumuz öğrenmeme gerek yok, yaşamımın her anında aslında benim, mevcut durumumun bu dünyada anlamlı bir yer kapladığını düşünmem, aksini düşünmemden daha anlamlı. Pascalvari bir muhakemeyle buraya vardığımın farkındayım ama bir an için Löst’ten böyle bir mesaj edinmeyi, hem de kâr için insanların zamanını tüketmeyi kendine görev bilmiş, azgın bir ortamda yeğliyorum. Bu bana, anlığa anlam yükleme, kişisel ıstıraplarımızı dindirme yolu olduğu için böyle görünüyor olabilir, Löst benim anlığıma ait bir seyirlik olmaktan öteye gitmemişti gerçi; geldi, geçti, bitti, her şey bir gün muhakkak biter.
Yukarıda bahsettiğim, seneler evvel yazmış olduğum “
Lost’ta Talih Üzerine” başlıklı yazının son paragrafıyla, bu son Löst yazımı da kapatayım, bu da bitsin.
“Aslına bakılırsa kim ne görmek istiyorsa, ne bulmak istiyorsa ona ulaşıyor Lost’ta… Kurgular, hikayeler niçin var? Bilgilenmemiz için mi? Velev ki öyle olsun, bilgilenelim, doğru bilgiye kavuşalım (ki “doğru bilgi” kavramının kendisi de felsefede kolayca manipule edilebilir), ancak şunu da görelim, uyuşuyoruz, uyuşturuyoruz kendimizi. Çünkü bunu istiyoruz, salt bilgilenmek istiyorsak, Lost yetersiz, bunu biliyoruz. Eğlenmek istiyoruz, her eğlenme isteği, insanın uyuşmaya meyilli olduğunu kanıtlar zaten. Diğer kurgulardan fazla olarak, Lost sayesinde teoriler üretiyoruz, demek ki bu da bir uyuşma ve uyuşturma yolu.”
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
>O kadar akıcı bir şekilde yazmışsınız ki kapitalizm bu yazıyla birlikte cehennemin dibine akıp gidiyor sanki; yakıyor!Enfes!Teşekkür ederiz cimi dı küül…
>Geç kalmışız birbirimize jimi. Yazılarını her okuduğumda bunu söylüyorum kendime inan.