>No True Scotsman
>
Kabullerimizi ifşa eder, ifşalarımızı da kabul. Böyle tuhaf bir yörüngesi var, dönen mekanizmanın oluşturduğu çizgiden ötürü daireyi görüyor çemberi yani çizgileri, sınırları belirleyemiyorsanız siz ölmüşsünüz de haberiniz yok demektir. David Hume diyor ki, daha doğrusu demeye getiriyor ki ‘Bugüne kadar beni besleyen ekmeğin, bundan sonra da besleyeceğinden neden eminim? Neden bunun benim için en akılcı düşünce olduğu konusunda sorguya, kuşkuya yer bırakmıyorum? Elimi sobaya her götürdüğünde yandıysa, bu, bundan sonra da her elimi sobaya götürdüğünde yanacağı anlamına mı gelir?‘ Açıkça görülüyor ki tümevarımsal ya da olasılıklı tümevarımsal muhakemeler düğmesine basmadan David Hume ters köşeye yatırılamaz. adam haklı, bugüne kadar ekmek bizi besledi diye, yarın da beslemek zorunda değil. an gelir ufalanır, toz olur. Toz veya toz olmak kötüdür demiyorum, sadece olmamayı tercih etmişken olmak sobaya dokunmak gibi, onu şey ediyorum.
Tamam hume haklı da. peki, ben neden bugüne kadar elimi her sobaya götürdüğümde yanma hissiyle doldum taştım? Hume bunu açıklamıyor, zaten adamın derdi neden söz konusu akılcı olasılığın oluştuğu değil, söz konusu akılcı olasılığın bizi esir almasından dertlenmiş. “Bugüne kadar böyleydi bundan sonra da böyle olacak” kabulünü şeytan taşlar gibi taşlamış, bu uğurda göz-bebeği empiricist yani deneyci duyuşunu ötelemiştir. Para verip de adam tutsan David Hume’a böyle zarar veremezdi, adam kendi kendini taşlattı. “Bugüne kadar ateşin bizi yakmış olması, bundan sonra da yakacağının garantisini sunmaz” diyerek, elimizi ateşe koyduğumuzda eğer yanmazsak, bunun sadece gerçek bir ateş olmadığını düşüneceğimiz için, biz aslında başından beri yanılıyorduk demeye getiriyor. Böylece biz her ne kadar deneyimleyerek vardığımız bir neticeyi öteliyorsak da, aslında henüz deneyimlememiş olduğumuz bir olayın olasılığı üzerinden kendimizi sınırlamış oluyoruz. “No True Scotsman” yani “Gerçek İskoçyalı Değil” muhakemesi, bizim başından beri “gerçek ekmek“, “gerçek ateş” veyahut “gerçek sözlük” gibi birtakım gerçek belirlenimlerden yani çevreleyen çizgiden ötürü, onun bir alanı sınırlayarak oluşturduğu daireye mahkûm olduğumuzu gösterir.

Muhakemenin adındaki İskoç şeyi ise bu mahkûmiyetin, Hume tarafından “Tüm İskoçyalılar cimridir” önermesiyle örneklenmiş olmasıdır. Böyle bir önermeyle karşılaşan bizler hemen, çizginin sınırladığı alanda birikmiş önyargıyı görerek “ama feşmekanın İskoç oğlu var mesela o hiç cimri değil” deriz, sonra muarızımız diklenir, “olur mu lan” der ve ekler “o gerçek bir iskoçyalı değil!” oysa “tüm İskoçyalılar cimridir” sözü içinde “tüm gerçek İskoçyalılar cimridir” manasını barındırır. Ekmek örneğinde de olduğu gibi önemli olan sınırların adı üstünde belli bir alanda analitik bir kuşatıcılığı simgelememesi gerektiğidir. Mesela ekşi sözlük sınırları var, sınırları bizzatihi onun kendisine dönüşmüş durumda. Bunu hayatımızdaki birçok şeyde deneyimleyebiliriz. “Ha ona dokunma, o öyle kalsın” denilebilir olan bir dünya şey var, oysa sonuç sonuçtur, bir yere varırsın ya da varmazsın. Ekmek zaten doyurmayacaksa, beslemeyecekse ekmek olmaz. Onun sınırları doyurucu olabilmesinde, zaten bu gerçek İskoçyalı değil zıkkımını da bu taraftan yıkmaya çalışırlar genelde. Sonuç analitik bir gerçeği gösterdiğine göre, bakış açısını sonuca yerleştirirsen pergelin sabit iğnesi gibi, İskoçyalının önceki deneyimlerde el yakması ya da beslemesi önemini yitirir. En nihayetinde öncüller doğruyken, sonuç yanlış olamaz.
Bu sözlük için de geçerli, ciddiyim. Daha ne kadar ciddi olduğumu göstermem lazım? Değil sözlük, her şey için bu geçerli. Geçmişte bir an öyle olduysa, gelecekte de öyle olacak anlamına gelmez bu. Popper, Hume’un bu şeyini terslerken aşamalar muhakemesini geliştirir. Bunu işletim sistemindeki sistem geri yüklemeye benzetiyorum. Bir noktada işler ters gitmiş olabilir, o halde o noktadan önceye sistem geri yüklemesi yaparsanız bu yine aynı noktada işlerin ters gideceğini göstermez. İnanmak diye bir şey varsa, doğru insan diye de bir şey vardır muhakkak. O halde inanmak gerek doğru adama. Bilmem anlatabiliyor muyum. Bence etik açıdan bir sakınca barındırmayan yazmadır bu gören gözler için.
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
>Jimi bu ara öyle yazıyorsun ki katil uşak mı? ben nerdeyim burası kim acaba ne dedi diyorum. Siz felsefeciler hep kafa karıştırıyorsunuz kardeşim ama totalde iyi adamlarsınız benim vardığım gerçek bu öreğin. Şimdi şöyle de bir sözü var mevlananın : "Vücudunda hangi huy galipse o huyun suretine göre haşredilmen gerekir.İnsanda bir an olur kurtluk zuhur eder, bir an olur ay gibi Yusuf yüzlü bir güzel halini alır.- İyiliklerle kinler gizli bir yolda gönülden gönüllerle gidip dururlar.- Hatta insandan, öküzle eşek bile bilgi sahibi olur, akıllanır, hüner elde eder.Serkeş at, rahvan bir hale gelir, alışır.Ayı oynar, keçi de selam verir. Köpeğe insan huyu geçer, nihayet çoban olur, av avlar, yahut sürüyü korur.- Kalbde heran bir çeşit şey baş gösterir.İnsan bazen şeytanlaşır. bazen melekleşir. Bazen tuzak kesilir, bazen yırtıcı hayvan."Yani örneğin Yozgat'ın tümü kötü, tümü iyi değildir. İyi Ümraniyeli var kötü ümraniyeli var mesela 🙂 Şimdi heryerden bu iyileri toplamak kötüleri de bu iyiler tarafından eğitim vermek lazım. Yoksa millet birbirini yolacak diyorum ben. Arada bir de yeryüzüne öylesine takılan melül melül yaşayan korkunç kalabalık var onlar zaten mevzumuz bile değil mirim.Sen bu ara çok karışık yazdın bende karıştırdım sanırım. Neyse filozoflar net yazsınlar latin matin kafamızı çorba ettiniz yaw, tane tane yazın rica edeceğim, yoksa kırırım bu bilogu 🙂 şaka!yoksa , mikrofon merkez stüdyolarında tabi.