Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

>Yeni Bir Felsefî Ekol: Ağlama Melisizm

>

Ciddi felsefî muhalefetin belirdiği noktada, felsefe tarihinin henüz kayda düşmediği farklı bir ekolün temsilcisi tarafından sona saklanabilir bir tavırdır bu. en nihayetinde felsefe lafoloji enstitüsü mezunlarının bir uğraş alanı olduğu için, bu kozun da lafzî fakat yapıyı tazeleyecek ölçüde bir can yakma amacı güttüğü açıktır. Ontolojik verilerin sivri birer çivi gibi idrake çakıldığı bir tartışma ortamında Lacan realitesinin aşıldığını gösteren bir an gelir, işte o an tüm gerçekler ve yansımalar bir kenara bırakılır ve aşina olunmayan ekolün temsilcisi “Ağlama Melis” diyerek o güne değin hiçbir felsefî ekolün başaramadığı bir şeyi başarmış olur, hasmını türlü varsayımlar ve tasımlar üzerine bina edilmiş fikrî muhakeme geleneğinden söker ve hayatın en acımasız, en bel-altı, en büllurlara büllurlara tekme yönüne çeker, transfer eder. Çünkü ağlama melisizmden daha fazla insanları kendine döndüren bir düstur daha görülmemiştir, Osho kitapları bile bunu yazmadı.

Bunu sakın küçümsediğimi sanmayın. Aksine göz göre göre büyümsüyorum. Gelenekte aşina olunmamış bir ekolün pıhtısını işaret etmem gerekiyor, ben bu ekolün yani kısaca “A.M. ekolü“nün (Ağlama Melisizm Ekolü) zaman içinde tüm felsefecileri saracağını (sarması gerektiğini) düşünüyorum, zira son elli yılın temel “emotionality” (duygusallaşmaduygusallaştırma) takıntısı en ciddi akademisyenleri bile sarıp sarmalamıştır. Onlara alternatif olarak “Ağlama Melis” kozunun sunulması, onları makale ya da fikir kritiği veyahut kitap tanıtımını içeren herhangi bir ciddi yazının sonunda “… ama tabi yazar bunu hayallerinde yaşatmıyorsa…” veyahut “… yazarın duygusal dünyasında neler yaşadığı ise bizleri hiç ilgilendirmiyor…” veyahut “… özel hayatındaki komplekslerini yazınına yansıtan bu yazarın üç ay önceki makalesinde söylediklerini burada yadsıyor oluşu ise tümüyle konumuz dışı!!!1” veyahut “… Benjamin Franklin’in de dediği gibi ‘köpekler giden arabaya havlar’…” gibi entelektüelce son dakika sokuşturmalarına farklı bir boyut kazandıracak, yazılarına aldıkları yanıtlarda da Melisliğin doğasından ötürü sen benua duygusallığına gömülen muarızın daha naive bir uslup takınması da cabası (olacak).

Yeni bir felsefî ekol olan Ağlama Melisizm‘in temel niteliği aslında Dasein analizindeki eylemlerde ışıklandırılan varlık alanının ön-plana çıkarılması niteliğini anımsatır. “Ağlama Melis” düsturu bir nevi “kendini bil” yani “kendini tanı” gibi felsefî bir yönelim arz etmekle birlikte içinde “eline beline diline hakim ol” tarzında ziyadesiyle felsefî bir dizgeye sırtını dayamayan salt folklor düzleminde bilgelik deyişi olarak adlandırabileceğimiz bir yönelime de sahiptir. Bu yüzden Dasein Analizinde olduğu gibi “Ağlama Melis” kozunda da kişinin tercihlerinde özgür ve otantik olduğu ön-kabulü ön plandadır, kişi özgürdür bu yüzden ağlamaması gerektiğine ilişkin temel düstur karşısında otantik bir tavır takınmalıdır. Burada birey kadar özgürlük ideali ve “Ağlama Melis” tavrı ışıklanır. Bilindiği gibi Dasein Analitiğindeki hastalık anlayışı genel şizofreniden ziyade tek tek şizofrenilerden söz etme temayülündedir. Bu yüzden her “Ağlama Melis” düsturu, tıpkı Delphoi tapınağındaki felsefî “kendini tanı” düsturu gibi doğrudan bireye dönük olduğu için, bireyin genel önündeki tutumu (tıpkı tek bir şizofrenle ilgili spesifik ölçütler üzerinde durma temayülü gibi) bireyin temel alındığı bir analizi mümkün kılar, böylece hastayı olduğu gibi kabul eden Dasein Analizine benzer şekilde “Ağlama Melis” buyruğuyla karşılaşmış her muarız kendi spesifik yönelimlerini düşünmeye başlayacaktır. Bu eskilerin se recipere dediği bir nevi içe-dönüş anlamına gelmekle birlikte ağzından “Ağlama Melis” düsturu çıkmış herkese de empati kurma becerisini kazandıracaktır, çünkü mezarlık yazısındaki gibi herkesin günün birinde dönüp dolaşıp geleceği yer: “Ağlama Melis“tir. Kişi ancak bu gerçeği biliyorsa “Ağlama Melis” diyebilir.
Ağlama Melisizmin temel öğretisi Melis’leri ağlatmamak değil. Aksine onların ağlatılması ve neden ağladıklarına ilişkin düşünmeye zorlanmasıdır. Bu açıdan bakıldığında psikanalist düş yorumlarında olduğu gibi Melis yorumlarında da birtakım sembollerle gerçeklik arasında gerekçelendirme bağıntısı kurulur ama burada farklı olarak tedavi amacı yoktur. “Ağlama Melis” lafını işiten muarız asla kendisini bir terapist önündeymiş gibi hissetmez. Çünkü terapist (Yun. terapevo-tedavi ediyorum) kişiyi tedavi etmekle yükümlüyken, “Ağlama Melis” diyen muarız yok etme arzusuyla yeryüzüne gönderilmiş terminator gibi sökücüdür. Sökücüdür, çünkü söz konusu muarızlığın doğasını yeniden biçimlendirmek ve felsefî tartışmayı başka bir yöne çekebilmek için, leke sökücü gibi bir rol üstlenir. Buradaki cif‘sel aygıt, “Melis Ağlama” sözüdür. “Melis Ağlama” diyen muarızın amacı tartışmanın nedenlere ve gerekçelere ilişkin temel yönelimini yeniden biçimlendirmektir. “Bak sen şunları şunları söylüyorsun ama şöyle de bir bakış açısı var bence ağlamayıp onu görürsen kendini rahatlamış hissedersin” gibi örtülü bir amacı taşır. Ancak yukarıda da dediğim gibi “Ağlama Melis” bir cif‘sel aygıt olup tedavi amacını gütmez, aksine lekenin sökülmesiyle bir nevi Locke’çu tabula rasa‘ya ulaşımı kolaylaştırır.

Bu açıdan bakıldığında ‘Ağlama Melisizm‘in, günümüzün en büyük yoksunluğu olarak beliren saf ve nesnel (tarafsız) humanist idealin arayışında da işe yarar bir ekol olabileceğini düşünebiliriz. Çünkü ağlayan Melislerin başını okşayıp “bence seni kaybettiği için o üzülsün” deme cüretinden daha yapı-sökücü bir aygıt görmedim ben, hemen ardından “ağlama Melis… ağlama… belki etrafında seni çok sevecek ve hiç aldatmayacak birileri vardır sen görmüyorsundur…” denirse, asıl o zaman görün siz ekol nasıl coşuyor ve coşturuyor. Potansiyeli geniş bir ekolden bahsediyoruz.

Moreno’nun psikodramasındaki “ikincil tanrı” algısını düşününüz, efendim işte ondaki “bugüne kadar aşırı sağdaki deistler ile aşırı soldaki agnostikler hep tanrı’nın yarattıktan sonraki durumunu ele almıştır” tezi gibi Ağlama Melisizm doktrini de Melis’in ağladıktan sonraki durumuna bakıp ona değer atfeden ve “ağlama melis diyeni ağlatana kadar sikmek” eleştirisiyle kendini belli eden tavrı baştan alaşağı eder. Zira Ağlama Melisizm ekolü tavır bakımından s.kmeyi ya da s.kilmeyi önemsemez, kişinin s.kilebilirliğini temel alıp bu ihtimalin gerçekleşip gerçekleşmemesi üzerinde durmaz, bu yüzden tartışma esnasında “Ağlama Melis” kozunu kullanan her birey aslında hasmını ağlayan bir kişilik düzlemine çekerek onun ontolojik varlığını kavramsal bir düzleme çekmiş olur. Bu da yukarıda dediğimiz gibi tedavi değil, doğrudan kişinin kendisine dönüşünü gerçekleştirmesi için tabula rasa‘ya ulaşmasına yardımcı olmak anlamını taşır. Ağlama sonrasındaki Melis değil, öncesindeki Melis’e ilişkin Hegel idealizmini andıran bir okumayla Lenin kritiği yapmak mümkündür. Ama bir bütün olarak baktığımızda A.M. şeklinde kendini gösteren bu yeni ekol idealist Melis’ini her daim yenilediği için her Melis, aslında bir diğer Melis değildir. Bu yüzden kendi koşullarının idealist bir eleğe ihtiyacı vardır. İşte bu eleğin temel aygıtı da yukarıda dediğimiz gibi “Ağlama Melis“tir.

Benjamin Franklin’in dediği gibi köpekler giden arabalara havlarlar.

http://www.dailymotion.com/swf/video/xcdsht_the-cranberries-ode-to-my-family-li_music
Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 20/04/2010 by in Felsefe - bilim, Genel and tagged , , , .
%d blogcu bunu beğendi: