>8 Nisan 2009 "Saldırı"
>
Saldırı doğası gereği “bozma”ya yöneliktir; neyi bozmaya? Müdahalede bulunmadan değiştiremeyeceğinizi düşündüğünüz şeye saldırırsınız. İçeride Erasmus ve Rönesans Avrupa’sı üzerine hiç de sil baştan olmayan yorumlarımız da bir nevi saldırı anlamına geliyor. Bilimsel saldırı. Müdahalede bulunmaya karar vermiş bulunuyoruz ders sırasında. Rönesans kucaklaşmasını (coniunctio) J. Michelet ne güzel tarif ediyor: “Modern Avrupa, anası olan eski devri tekrar görüyor ve onun kolları arasına atılıyordu… Gerçekten, orada, insanlık için acı bir sır olmuştur. Yeni devir, kendisini ihtiyar, buruşuk, köhne bulmuştur. Eski devir garip cazibesiyle ve doğan ilimle derin bir anlaşma halinde, genç görünmüştür.” (J. Michelet, Rönesans, Sf.353, Çev. K. Berker, Meb Yay., İstanbul 1989) Dersten çıkıyoruz; Rönesansvari bir kucaklaşma arzusundan asla çıkmıyoruz, doğrulmuyoruz; uzandığımız yerden belki de gökyüzüne bakıyoruz. Yanılıyoruz.
Ders çıkışında Unkapanı’na doğru yürüyoruz. Rönesansvari bir “geçmişin anımsanması” (Çiğdem hocanın şu meşhur memoria’sını anımsayın) düşüncesi ne derece yaralıyıcı oysa. Yukarı doğru kalabalık halinde yürüyen yığın görüyoruz; karanlık yüzler var hepsinde. Yüzlerin karanlıklığı basit bir imge değil öyle karalamak için yaratılmış; aksine şairler canına okumuş karanın da kara yüzlülerin de. Oysa kara yüzlü olmak bile bir meseledir, becerebilene. Kara yüzlü olabilmeyi beceremeyenler için, her kara yüzlü bir tehlike alametidir. Yıllar boyu korkularıyla yaşayarak kutsal sembolleri altında ezilmiş bir halkın yarattığı canavarları deaktif edebilmek için bütün bir ömrünü günah çıkararak geçirmek zorunda kalması ne garip bir tecelli! Doktor Frankeştayn da bir kara yüzlüydü elbette; ama coplarla, kalın sopalarla, döner bıçaklarıyla içi (belki de zamanında bol bol “ah şu solcular yok mu! gominizm en büyük tehlike! gominist rusya’ya karşı manevi değerlerimizi ön plana çıkaralım; birileri din, milleti bayrak edebiyatı yapsın ben de bununla yetineyim; sorgulamayayım” diyen) insan dolu yeşil belediye otobüslerine dalıyorlar; ama düşman kalesine hücum eder gibi bir halleri yok, aksine çoğunluk olmanın ve “silahlı” olmanın verdiği “yeryüzünde Tanrı” iradesiyle (Haçlı ordusu gibi ya da dünyaya cihat ilan edenler gibi) ne de güçlü görünüyorlar! Fareyi köşeye sıkıştıran kedi gibi copluyorlar çocuğu, otobüsün en arka koltuğunda. Durakta bekleyenler ve geçip gitmekte olanlar aynı zamanda biber gazı sıkan saldırganların otobüs içindeki terörünü değil doktor frankeştayn’ın bilgi sevdasını düşünüyor olsaydı ya da düşünebiliyor olsaydı, biber gazını icad eden zihne ayakta selam dururdu! Kuşkusuz!
Hayır. “Yarın senin yanında” değil; yarın hiçbirimizin dününde bile değil. Yarın diye bir şey yok. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’ini anımsamanın; J. Michelet’in dediği gibi onunla “anayla kucaklaşır gibi” kucaklaşmanın en ufak emaresi yok. Geçmişten ya da adına siyaset yapılan değerlerden tek anlaşılan “saldırmak”, “yok etmek” olduğunda, modern bir ülkenin en büyük şehrinde belki de en yoğun insan trafiğinin yaşandığı semtinde “beş dakika önce durağa varıp da o Taksim otobüsüne binseydik biz de yaralanabilirdik, hem de vatanı sopayla korumaya hedeflenmişlerin elinden” diyor oluşumuzla Kutadgu Bilig yani “Mutluluk veren bilgi”yle kucaklaşmamızın hiçbir ortak yanı yok. Sahi, gözümüzün önünde solcu çocuklara saldıranlar içinde öğrenciler de var mıydı? Olmamalı mıydı?
Öğrencilere satırla saldırı: 2 yaralı
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=930322&Date=09.04.2009&CategoryID=77
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...