Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
“ABD’nin Irak’ı işgali” meselesi biraz da kültürel yıkım açısından değerlendirilmeli.
“Moğollar 1158 yılında Bağdat’ı fethettiğinde, şehri yağmalamışlar, kütüphanesini yerle bir etmişlerdi. bu defa ise, kendi başkentlerini ve kendi geçmişlerinin mirasını yağmalamayı tercih edenler Iraklılar olmuştu.”[1] “… (işgalciler) Katliam ya da soykırım yapmamış olabilirler, ama sadece Iraklıların değil, hepimizin tarihi anılarının yanı sıra, sanatsal ve edebi mirasın kasıtlı olarak silinmesinden sorumlular.”[2]
İnsanlar için sağlıklı yaşama koşulları, barınma ve beslenme temel ihtiyaç. Böyle olduğundan her gün yüzlerce insanın öldüğü ya da temel ihtiyaçlarını yitirdiği bir ortamda geçmişle arasındaki kültürel bağını yitirmiş olması pek önemli görünmüyor. Ancak uzaktan taş kalpli görünen birilerinin çıkıp bu konuyu incelemesi gerekiyor. Evet, bu işgal sırasında insanlar ölürken beri yandan kültürel mirasın da canına okundu; “Yağma cümbüşü” esnasında kültür de savaş ortamı fırsatçılarının elinde paramparça edildi. Tabi ki Baas Partisi’nin humanitas namına çalıştığını da söylemiş olduğundan kendisini pek ciddiye almamam gerektiğini bildiğim (Baas Partisi’nin Irak’ta neden olduğu acının da haddi hesabı yoktur) parti yetkililerinden Dr. Huda Ammash’ın işgal sırasında “Amerikalıların yüzde doksan dokuzu bombaladıkları / bombalayacakları ülkenin mezopotamya olduğunu bilmiyor” [3] söylemini yine de göz ardı edemem. Burada Irak’ın Müslüman geçmişi açısından bir yakınlık kuruyor değilim; aslına bakılırsa Huda Ammash’ın “Mezopotamya” vurgusu içinde “bu, hepimize ait olan ortak kültür pınarıdır” manasını da içeriyor. Hatta biraz daha derinden okursak; ABD’nin “yeni dünya”dan (her ne kadar gidip orayı uygarlaştıranlar eski dünya kaynaklı olsalar da) “eski dünya”ya yağdırdığı bombalar bizzat Dünya’nın geri kalan kısmını ilgilendiren bir taciz olgusu kapsamında da değerlendirilebilir. Hatta yine “Mezopotamya” vurgusunu, “Haçlı Seferleri”ne karşı İslam’ın temsilcilerinde gelişen refleksin bir yansıması olarak okumak da mümkün. Buna göre, işgalin altında yatan ekonomik nedenler bir yanda dursun; “saldırının temeline kutsi bir amaç yerleştiremezsiniz” demeye çalışıyor yetkili. Bunun için kastedilen şey de müşterek “vahiy medeniyeti” kavramıdır. Peki ne manaya gelir bu “vahiy medeniyeti” kavramı?
Ahmed Ağırakça’ya göre “İnsanlığın önder ve rehberleri olan peygamberlerin (ibrahimi) getirdiği mesaj birbirini destekleyen ve birbirini tamamlayan hükümler manzumesi olup tüm beşeriyyetin tarihini oluşturan müşterek bir medeniyet halinde tezahür etmiş ve bu medeniyete vahiy medeniyeti denmiştir.”[4] Bu medeniyetin (aynı zamanda eski dünya’nın özünü oluşturur) sembol noktalarından Irak hangi nedenle olursa olsun bombalanıyor, işgal altına alınıyor ve en nihayetinde mevcut iktidarın devrilmesini fırsat bilen yağmacılar tüm kültürel mirası dağıtıyor. Böylece her türlü farklılığa ve farklı söylemlere rağmen bugüne kadar gelebilmiş olan vahiy medeniyeti olgusu tümüyle kaosa, Samuel Huntington’ın deyişiyle söylersek, “medeniyetler çatışması”na mecbur bırakılmış oluyor. Ancak burada özellikle de yağmacılığın etkisine dikkat çekmek istiyorum; belki de günümüzün insanını tümüyle geçmişinden koparacak olan yağma anlayışının en büyük tehlikelerden sayılması işte bu yüzden anlamlı [5]. Benliği ortadan kalkmış insanlardan oluşan yığınlardan en iyi teröristler çıkar; daha fenası bu insanlar her türlü “kültüründen uzaklaşmış”lığının bilincinde olmayarak aksine dinlerin ya da kültürlerini savunmak, yüceltmek adına daha da canileşir; kendileri nezdinde temsil ettikleri diğerlerinin tepesine bir kere daha bomba yağması için basit birer neden ya da savaş gerekçesi olurlar.
Sadece ABD’nin Irak’ı işgali esnasında gerçekleşen yağmadan söz etmiyorum; “savaş gerekçesi” haline gelişi gösteren yağma bilinci sistemli bir şekilde aktarılabilir. İmparatorluk karakterine uyacak şekilde, ele geçirilen ya da kimi politikalarla çaresiz bırakılan devlet-kente atanmış -bir nevi- valilerle (örn. Saddam Hüseyin veyahut Humeyni; Irak-İran savaşını; Türkiye’nin ayağına bağ olan sorunları düşünün) ülke insanlarını ya da bizzat ülkenin kendisini savaş gerekçesi kılmak kolaydır. Çünkü vahiyler medeniyetinin kendisinde her daim bu ayrıklık göze çarpmamış mıdır? Haçlıların Kudüs’e girişinden sonra akan kanın yarattığı travmayı düşünün; Haçlı ordusunun kılıçtan geçirdiği, yol boyunca uzanan müslüman ve yahudi cesetlerinden akan kan gölü Mescid-i Aksa’ya yönelen Avrupalı tarihçi Raimundus’un dizlerine kadar geliyormuş [6]; bu vaka, tümüyle farkında olunsun ya da olunmasın, bugün hıristiyan işgalcinin dilinde “haçlı” gafı [7]; işgal edilen müslümanın dilinde de “Mezopotamya” söylemi olarak gizliden gizliye yaşamaktadır.
Tekrar başa dönüyorum; kayıtlara göre ABD’nin Irak işgali sonrası gerçekleşen yağmalarda Uruk, Sümer, Babil, Asur, Pers ve en eski İslam eserlerinden bir kısmı yitirilmiş. İnsanlığın en eski dökümanları, eski matematik metinleri, antik heykeller ve diğer sanat eserleri hep zarar görmüş [8]. Batılı toplum mühendislerinin, karnı tok sırtı pek uygar vatandaşlarına ders kitaplarında öğrettiği; müzelerinde, filmlerinde, dizilerinde, şarkılarında, bilgisayar oyunlarında her daim şaşalı anlatımlarla sunduğu eskinin kültürel hazinesine karşı bu vurdumduymazlığı layıkıyla anlayabilmek için derin analizlere ihtiyacımız var. Bir kültürel hazinenin yağmalanmasına neden göz yumulur? Bunun ardında, yukarıda da söylediğim gibi, işgal edilenlerin benliğini yitirmesi ve tümüyle medeniyet dışı (yani yok edilesi) kılınması amacı yatıyor olsa gerek. Camiye çamurlu postallarıyla girip, oradaki insanları silahla taciz etmenin de arkasında aynı amacı görüyorum. Oysa Baas Partisi’nden yetkilinin dediği gibi burazı Mezopotamya ve burada her kan aktığında kaybeden salt “eski dünya”nın yerlileri olmuyor; okyanus ötesini uygarlaştıranlar da eski dünyalılardı. Kültür mirasını iyi değerlendirmemiz gerekiyor.
Konuyla doğrudan alakalı değilse de, şunu da anımsatmak istiyorum. İskenderiye Kütüphanesi’nde bir araya gelen farklı kültür yapılarından ilim adamlarının, belki de bir daha asla benzeri gerçekleşmeyecek ölçüde, ürettiği müşterek bilginin değeri de buradaki medeniyet bütünlüğü algısını müthiş bir şekilde göstermektedir. O eski metinlerin sadece şimdiki Yunanlara ya da şimdiki Mısırlılara ait olduğunu söyleyebilir misiniz? Bir kez daha okuyucuları G. Sarton’ın Antikçağ bilmine dair yazmış olduklarını okumaya davet ediyorum.
Notlar:
1. James Raven, Lost Libraries: The Destruction of Great Book Collections Since Antiquity, Palgrave Macmillan., 2004, 1; David Blair, ‘Nation’s Link with the Past Destroyed in Orgy of Looting’, Daily Telegraph, 14 Apr. 2003, 6.
2. J. Raven, a.g.e., 1; Dr Geoffrey Roper, Islamic Bibliography Unit, Cambridge University Library, Letter to the Independent, 17 Apr. 2003.
3. M. Liu -A. Underwood, “Babylonian Booty: Ancient Mesopotamia, Modern Iraq: Once Again, Bombing and Looting Threaten the Cradle of Civilization”, Newsweek: http://www.newsweek.com/id/58840.
4. A. Ağırakça, “Kudüs’ün İşgali Üzerine İslam Dünyasının O Günkü Tavrı ile İlgili Bir Değerlendirme”, Haçlı Seferleri ve XI. Asırdan Günümüze Haçlı Ruhu Semineri (26-27 Mayıs 1997), İst. Üniv. Edeb. Fak. Bas. İstanbul 1998, 23.
5. http://www.newsweek.com/id/58840.
6. A. Ağırakça, a.g.e., 27.
7. http://www.consortiumnews.com/2001/092501a.html ; http://www.smh.com.au/…03/03/28/1048653857899.html.
8. http://www.counterpunch.org/estulin01102004.html