Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
>C. G. Jung’dan Hasta-Hekim ilişkisine dair iki yaklaşım
I. (Sf.168-170)
…
Hani öyle pek de kötü bir insan değilimdir. Elbet, elimden geleni yaparım hastalarım için. Ancak, ruhsal tedavide çok önemli bir nokta var ki, o da hekimin ne bahasına olursa olsun hastanın iyileşmesi için çaba harcamayı bir ilke diye benimseyemeyeceğidir. Hasta karşısında olağanüstü bir dikkatle davranıp, kendi istem ve kanılarımızı ona zorla benimsetmekten kaçınmamız gerekir. Belli ölçüde özgür davranma imkânını her zaman kendilerine tanımak zorundayız. Doğanın ölmesine karar verdiği bir hastayı nasıl hekimler iyileştiremiyorsa, insanlar da yazgılarının elinden koparılıp alınamaz. Bir insanı, ilerdeki gelişimi için üstlenmesi gereken kötü bir durumdan kurtarmak doğru mudur, değil midir gibi bir soru, bazan gerçekten uyanıyor insanın kafasında. Kimileri vardır, korkunç denecek ölçüde sersemce işlere kalkışmaktan alıkoyamazsınız kendilerini; çünkü bu, düpedüz onların yaradılışları gereğidir. Böylesi saçmalıklara yeltenmelerini engellemeniz hiç bir yarar sağlamaz. Biz, ruhsal alanda bir gelişimi amaçlıyorsak, bunu ancak kendimizi olduğumuz gibi kabullenmek ve bize emanet edilen yaşamı ciddiye alarak yaşamakla sağlayabiliriz. Günahlar işlememiz, yanılgılara düşmemiz, sakat adımlar atmamız zorunludur; çünkü, gelişim sürecini kamçılayan değerine paha biçilmez uyaranlardır bunlar. Benden iç dünyasını değiştirebilecek bir söz işitip, işittiği sözü hiç umursamaksızın çekip giden kimsenin arkasından seslenerek, kendisini geri çevirmeye çalışmam hiç aklımın ucundan geçmez doğrusu! Böyle bir şeyin Hrıstiyanlıkla bağdaşmadığını ileri sürebilirsiniz, vız gelir bana. Ben doğadan yanayım. Eski Çinlilerin bilgelikler kitabı’nda şöyle yazar: “Üstat bir ara dedi ki, insanların ardından koşmazmış, çünkü bir işe yaramazmış bu. Dinlemeleri gerekenler söyleneni anlar, anlamaları gerekmeyenler dinlemezmiş.”… FREUD, her ne pahasına olursa olsun bir hastayı iyileştirmenin yerinde bir davranış sayılamayacağını belirtir. Benim yüzüme karşı bu görüşünü birçok kez yinelemiştir ve bunda da haklıdır.
Ruhbilimsel gerçekler iki yüzlüdür; ağzımdan çıkan her söz öylesine evrilip çevrilebilir, öyle bir biçime sokulabilir ki, en kötü sonuçlara, en korkunç yıkımlara ve kesinlikle saçma davranışlara yol açabilecek güce kavuşur. Bugüne kadar ileri sürdüğüm görüşlerden hiçbiri üzerinde diretmem. İsterseniz buyurup benimseyebilirsiniz savlerımı; ama böyle yapmazsanız, darılıp gücenmem size. Belki bu yüzden beni kınayabilirsiniz; ama ben, her insanın içinde yaşamsel bir istemin (irade) etkin bulunduğuna ve bu istemin, kendisine uygun geleni seçerken o insana yardımcı olacağına güvenirim. Bir kimseyi tedaviden geçirirken, görüşlerim ve kişiliğimle üzerine çullanmamak için elden gelen çabayı harcarım; çünkü sonradan o kimse tüm yaşamı boyu yalnız kalacak, kendine özgü kavgasını sürdürecektir. Dolayısıyle, söz konusu kavga için elinde bulunan belki pek yetersiz araç ve gereçlere, belki işin başında hiç de doğru saptayamadığı amaca güvenini yitirmemesi gerekir. Kalkıp kendisine; “Bak bu iyi değil, daha iyi yapmalısın” dersem, cesaretini kırarım. Belki elinde pek iyi denemeyecek bir sapan vardır da, bu sapanla tarlasını sürmesi gerekmektedir; benim sapanım daha iyidir belki, ama bu ne işine yarar. Benim sapan onda değil, bendedir; sonra bu sapanı ödünç de alamayacaktır benden, yani elindeki belki pek kırık dökük araç ve gereçlerden yararlanıp, atalarından kalıtımla aldığı yeteneklere başvurarak işini görmeye bakacaktır. Elbet, yardımda bulunmaya bulunurum kendisine. Örneğin şöyle derim: “Düşüncenize hiç diyecek yok, ama sanırım kimi yerlerini düzeltmek gerekecek,” Baktım ki, söylediklerime kulak asmıyor, durmam üzerinde; çünkü onu yolundan çevirmeyi düşünmem.
II. (sf.186-189)
…
Hasta karşısındaki davranışta, bazan bir düş, düzeltici etken rolünü oynayabilir. Yani düşünde bir hastasını gören hekim her vakit uyanık bulunmalı, acaba düş hasta karşısındaki davranışının yanlışlığını mı kendisine anlatmak istiyor, bunu saptamaya çalışmalıdır. Hekimlerin bu bakımdan gösterecekleri dürüstlük, hastada alabildiğine bir şükran duygusu uyandırır; bu özelliği taşımayan savsaklayıcı davranışlar ise, pek sert tepkilere yol açar.
Bir ara böyle bir durumu bütün açıklığıyla yaşadım. Aşağı yukarı yirmi, yirmi dört yaşındaki bir kızı ruhsal tedaviden geçiriyordum. Yaşadığı çocukluk hayatı pek ilginçti kızın. Avrupalı seçkin bir ailenin evlâdı olarak Java’da dünyaya gözlerini açmış, yerli bir dadının bakım ve gözetiminde büyümüştü. Sömürgelerde doğan çocuklarda sık görüldüğü üzere, eksotik çevre, Java gibi bir yerde barbarca denebilecek yabancı uygarlık kızın iliklerine işlemiş, tüm duygusal ve içgüdüsel yaşamı bu acayip atmosferin etkisi altında kalmıştı. Doğuda beyaz adamların, sonradan pek bir vicdan azabı duymaksızın yarattıkları bir atmosferdi bu. Yerlilerin içinde yaşadıkları ruhsal bir atmosfer, yoğun bir korku atmosferiydi; beyaz adamın acımasızlığı, kimsenin gözünün yaşına bakmayışı, kendini nasıl açığa vuracağı kestirilemeyen devcileyin güçlerinin oluşturduğu korku atmosferiydi. Öyle bir atmosfer ki, Doğu’da hayata gözlerini açmış çocukları bulaşıcı bir hastalık gibi yakalar, sürüngen bir hayvan gibi içlerine girip yerleşir onların, beyazların amansızlığını dile getiren bilinçdışı düşlerle onları doldurur, ruh durumlarını acayip bir karmaşıklığa sürükler, cinselliklerinin çokluk düpedüz sapa yollar izlemesine yol açar. Bu gibi kimseler anlaşılmaz kâbuslarla kıvranır, paniğe kapılırlar sık sık, sevgiler, evlilikler ve benzeri durumlarda normal bir uyum sağlama yeteneğini gösteremezler.
Tedaviden geçirdiğim kızın durumu da böyleydi tıpkı. Kız bir daha düzelmeyecek gibi rayından çıkmış, alabildiğine tehlikeli cinsel olaylara bulaşmış, kendisine çok kötü bir ün sağlamıştı. Bayağı dayranış biçimlerini benimsemiş, göze çarpacak gibi boyanıp pudralanmaya, dikkati çekecek gibi takıp takıştırmaya ve kanına, daha yerinde bir deyişle iliklerine işlemiş o ilkel kadını bu yoldan memnun ederek kendisiyle uzlaşmasını ve yaşam sürecinde kendisinden yardımını esirgememesini sağlamaya çalışmıştı. İçgüdülere yaslanmayan bir hayatı sürdüremediği, kuşkusuz sürdürmek de istemediği için, kendisini hayli aşağılardaki bir gelişim düzeyine çekip alan birçok davranışlara kalkışmadan yapamamıştı. Örneğin kolaylıkla kötü bir beğeni edinmiş, içindeki ilkel bilinçdışına yaranmak, sırası gelip bir erkeğin ilgisini çekebilmek ve onun kendisinin yanıbaşında yer almasını sağlamak için üzerine korkunç renkte giysiler geçirmeye başlamıştı. Ama seçtiği erkekler de enikonu düşük bir aşamadaki insanlardan ileri geçememişti kuşkusuz. Bu yüzden, alabildiğine ürkütücü bir yığın olay yaşamış, adı Babil’in büyük fahişesi’ne çıkmıştı. Bütün bunlar, normal olarak dürüstlüğüne söz kondurulamayacak bir kız için hayli mutsuzluk vericiydi. Bana başvurduğunda, gerçekten komik bir durumdaydı kız. Muayenehanemde bir saat daha kalması, öbür bayan hastalarım açısından pek arzu edilecek bir şey değildi. Kendisine şöyle söyledim: “Bakın! Bu durumda benim buraya gelmeniz gerçekten olanaksız. Sonra sizi gören, der ki..” Pek kaba ve sert sözler çıkmıştı ağzımdan; kız söylediklerime pek üzülmüş, ama ister istemez bunları sineye çekmişti.
Derken şöyle bir düş gördüm: Yolda gidiyordum; yüksek bir -dağın eteğindeydi yol; yukarıda bir şato, şatoda da yüksek bir kule vardı ve adı Donjon’du. Bu yüksek kulenin tepesinde bir oda bulunuyordu; direklerden oluşan, dört bir yanı açık, güzel bir salondu burası; şahane bir de tahtaboşu içeriyor ve tahtaboşta zarif bir kadın oturuyordu. Bir ara başımı kaldırıp baktım; kadını görebilmek için o kadar kaldırdım ki başımı, boynumda bir ağrı duydum. Sonradan da sürüp gitti ağrı. Bir de ne göreyim, tahtaboşta oturan kadın, benim kız hastam değil mi! Bunun üzerine uyandım ve şöyle düşündüm: “Hay Allah! Ne diye bilinçdışım, kızı o kadar yükseğe çıkartıp oturtur?” Bunu zihnimden geçirir geçirmez, şu düşünce uyandı kafamda: “Öyle ya, kıza yukardan baktım, ondan.” Anlayacağınız, kıza gerçekten kötü davranmıştım. Düş, davranışımın yanlışlığını ortaya koyuyor, iyi bir hekim sayılamayacağımı görüntülüyordu.
Dolayısıyle, ertesi gün şöyle dedim kıza: “Sizi düşümde gördüm, sizi seçebilmek için başımı o kadar yukarı kaldırmam gerekti ki, boynum ağrıdı. Daha önce yaptığım bir hatayı düzeltme amacını güdüyordu düş. Bu hata da, size daha önce yukarıdan bakmış olmam.” Bu sözlerimin mucizeler yarattığını söyleyebilirim hani. Bundan böyle aktarım konusunda bir güçlük çıkmadı, çünkü hastama artık içtenlikle davranabiliyordum, gereken düzeyde karşısına çıkma olanağını elde etmiştim.
Hekimin hasta karşısındaki davranışını eleştiren böyle bir dizi düş daha anlatabilirim sizlere. Hasta karşısına onunkinden ne aşağı, ne yukarıda bulunan, onunkine eş bir düzeyde çıkıldı mı, kendisine doğru dürüst davranılıp durum gerektiği gibi değerlendirildi mi, aktarım pek güçlük doğurmaz hekim için. Gerçi bütünüyle aktarımdan kurtulunamaz, ama hekimle hasta arasında bir türlü sağlanamamış gerçek diyalogları (rapport) telafi amacı gütmekten başka ise yaramayan o kötü aktarım biçimleriyle de yüz yüze gelme tehlikesi ortadan kalkar. Düpedüz bensevisel (otoerotik) karakter gösteren, yani bir bensevinin soyutlanmışlığına kapanıp, üzerlerine kalın bir zırh geçiren ya da çevrelerine kalın surlar ören ve surlar önüne hendekler açan hastalarda aktarım yoluyla başvurulan giderimlerin (kompenzasyon) bir başka nedeni daha vardır. Böylesi hastalar başka insanlarla ilişki içinde yaşamaya kahredici bir gereksinme duyar, içlerine çekildikleri kale dışından gelecek bir insanı kuşkusuz hep özler durur, ama özlemlerini gerçekleştirmek için hiçbir eyleme başvurmazlar. Bunun için parmaklarını bile oynatmaz dışardan hiçkimsenin yanlarına sokulmasına izin vermezler. Söz konusu tutum da korkunç bir aktarıma yol açar. Böylesi aktarımlara hiç dokunmamak gerekir, çünkü hastalar buna kalkışacak kimselere şiddetle karşı koyar. Aktarımlarına her nasılsa el sürmeye kalktınız mı, bunu bir çeşit saldırı görür, bu da onları eskisinden de büyük bir güçle kendilerini savunmaya iter. Dolayısıyle, en iyisi, böylelerini kendi yağlarıyla kavrulmaya bırakmaktır; ta ki artık dayanamaz duruma düşsün ve kendi gönülleriyle kalelerinden çıkıp gelsinler. Kendilerine yeterince anlayış vb. göstermediğinizden bağırarak yakınacaklardır kuşkusuz. Bu durumda yapılacak şey, sabrınızı yitirmemek ve şöyle söylemektir: “Eh ne yapalım, siz kendi dünyanıza kapanmışsınız, dışarı çıkmak için bir şey yaptığınız yok. Siz bir şey yapmadığınız süre, benim de sizin için bir şey yapmak elimden gelmez tabii.”
C. G. Jung, Konferanslar: Analitik Psikolojinin Temel İlkeleri, Bozak Yay., Çev. Kamuran Şipal, 1. Baskı 1982.