Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
Bilim-kurgu yazarı Brian W. Aldiss’in “Starship” adlı bir eseri var; Metis Yay.’dan Sönmez Güven çevirisiyle yayınlandı. Hikaye şöyle: çok uzun bir zaman sonra, bin yıllar sonra insanlar uzay boşluğunda hacmi çok geniş, komplike bir uzay gemisinde yaşamaktalar ve evreni bu gemiden ibaret sanmaktalar. Daha sonra bir gün işler tersine gidince evreni / gemiyi sorgulamaya, araştırmaya başlarlar. Kitabın içinden iki küçük bölümü paylaşmak istiyorum: Yapacağım birinci alıntıda bu devasa gemideki, insanlığın tarihini, seyrini bilen hocalardan birinin verdiği dersi ve dinleyicilerinin tepkilerini bulacaksınız; ikincisinde ise bu geminin ilk teğmenlerinden birinin yazdığı günlükten kısa bir bölümü.
I. … Dünyalarının içinde hareket etmekte olduğu uzay denilen ortamda başka dünyalar da vardı… Biri ısıyla ışık saçan ve güneş diye adlandırılan, diğeri ise gezegen denen iki çeşit dünya. Gezegenler ısı ve ışık için Güneş’e bağımlıydılar. Sol adı verilen bir güneşe bağlı gezegenlerden birinde insanlar yaşıyordu; bu gezegene Yer (dünya) adı verilmişti. İnsanlar Yer’in dış yüzeyinin her yanına dağılmışlardı, çünkü içi doluydu ve karanlıktı. “İnsanlar, alt tarafında yaşadıklarında bile Yer’den aşağı düşmüyorlardı,” diye açıkladı Tregonnin. “Çünkü yerçekimi dedikleri bir güç keşfetmişlerdi. Bizim de çember biçimindeki bir güvertede çepeçevre yürüyebilmemizin nedeni işte bu yerçekimidir.”
Başka birçok sırrı daha keşfetmişlerdi bu insanlar. Kendi gezegenlerinden ayrılıp Güneş’e bağlı diğer gezegenleri ziyaret etmenin yollarını bulmuşlardı. Bu çok zorlu bir sır olsa gerekti, çünkü bunu başarmaları çok uzun zaman almıştı. Diğer gezegenler onlarınkinden farklıydı, ya çok az ya da çok fazla ısıyla ışığa sahiptiler. Bu nedenle üzerlerinde yaşayan hiç kimse yoktu. Bu durum insanları üzmüştü. Sonunda Yer olağanüstü kalabalıklaştığından, oralarda neler olduğunu görmek için diğer güneşlerin gezegenlerini ziyaret etmeye karar vermişlerdi. İşte bu noktada Tregonnin’in elindeki kayıtlar kafa karıştırmaya başlıyordu, çünkü bazıları uzayın bomboş olduğunu belirtirken diğerleri içinde binlerce güneş —ya da, bazen denildiği üzere, yıldızlar- bulunduğunu iddia ediyordu. Unutulmuş bir nedenden ötürü, insanlar hangi güneşe gideceklerine karar vermekte epey zorlandılar, ama sonunda araç gereç kullanmaktaki maharetleri sayesinde, kendine ait gezegenleri olan ve on bir ışık yılı denilen bir uzaklıktaki Procyon adlı parlak bir yıldızı seçtiler. Bu mesafeyi alabilmek o hünerli insanlar için bile bayağı meşakkatli bir işti; çünkü uzayda ne ısı ne de hava vardı ve yolculuk çok ama çok uzun sürecekti: O denli uzun ki tamamlanmadan önce birkaç nesil insanın yaşayıp ölmesi gerekecekti. Sonuçta insanlar bitip tükenmek bilmeyen miktarlarda metal kullanarak seksen dört güverte halindeki şu an içinde bulundukları gemiyi inşa etmiş ve içini gerekli her şeyle doldurarak iyon adını verdikleri yüklü taneciklerle güçlendirmişlerdi.
Tregonnin hızla bir köşeye koştu. “Bakın!” diye seslendi.
“İşte atalarımızın uzun zaman önce terk ettikleri gezegenin, Yer’in modeli!”
Bir küreyi başının üzerine kaldırdı. Geçen uzun zaman içinde aşınmış ve dikkatsizce elleyenler tarafından yıpratılmış kürenin yüzeyi hâlâ denizlerin ve karaların silik izlerini taşıyordu. Niçin olduğunu anlayamadan duygulanan Complain dönüp Marapper’a baktı. Yaşlı rahibin yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyordu. “Ne… ne kadar güzel bir öykü,” diye hıçkırdı Marapper. “Siz bilge bir kişisiniz, Sayın Aza ve ben söylediklerinizin hepsine, her sözcüğüne inanıyorum. O insanların elinde ne büyük bir güç varmış, ne büyük bir güç! Ben sadece zavallı ve yaşlı bir köy rahibiyim, ne bilebilirim ki, ama…” “Acıklı acıklı konuşmayı bırak be adam,” dedi Tregonnin beklenmedik bir öfkeyle. “Sil artık şu benliğini zihninden ve sana söylediklerime dikkatini ver. Önemli olan gerçeklerdir… gerçekler, duygular değil!” “Siz öykünüzün ihtişamına alışmışsınız, ama ben alışmadım,” diye fütursuzca hıçkırdı Marapper. “Bütün o gücü düşleyebilmek…” Tregonnin küreyi dikkatle yere bıraktı ve Vyann’a dönerek huysuz bir sesle, “Müfettiş,” dedi, “bu tahammül ötesi adam burnunu çekmeyi derhal kesmezse, onu buradan uzaklaştırmanız gerekecek. Burun çekilmesine dayanamam. Biliyorsunuz.” Complain hemen, “Bu Procyon’un gezegenlerine ne vakit erişeceğiz?” diye sordu. Her şeyi dinlemeden oradan ayrılmak fikrine katlanamıyordu. Tregonnin, neredeyse ilk kez ona bakarak, “Yerinde bir soru, genç adam,” dedi. “Ben de sana yerinde bir yanıt vermeye çalışacağım…” … Kutuları çekmeceye bıraktı, etkileyici bir çalımla bir an durakladı ve ekledi: “İşte, genç adam, soruna aradığın yanıt; bu kutuların verdiği kanıtlara göre, geminin Procyon’un gezegenlerine başarıyla ulaşmış olduğu açıkça ortada. Halen Yer’e geri dönüş yolundayız.” Her biri kendi düş güçlerini sınırlarına dek zorlarken, derbeder odaya derin bir sessizlik çökmüştü. Sonunda Vyann üzerindeki büyüden silkindi, ayağa kalktı ve artık gitmeleri gerektiğini söyledi. “Bekle!” dedi Complain. “Bize o kadar çok şey anlattınız, yine de söyledikleriniz çok az. Eğer Yer’e dönüyorsak, ne zaman varacağız? Bunu nasıl öğrenebiliriz?” “Sevgili arkadaşım,” diye başladı size Tregonnin, sonra içini çekti ve söyleyeceği şey hakkındaki fikrini değiştirdi. “Sevgili arkadaşım, görmüyor musun, o kadar çok şey harap olmuş ki… Yanıtlar her zaman yeterince net değil. Bazen sorular dahi kaybolmuş, eğer ne demek istediğimi anlıyorsan. Bak seni şöyle yanıtlayayım: Kolonistlerin taktığı isimle Yeni Yer’ in Yer’e olan uzaklığını biliyoruz; bu, daha önce de belirttiğim üzere, on bir ışık yılı. Ama geminin ne hızla hareket etmekte olduğunu bulmayı başaramadık.” … “Arkadaşının sorusu da buydu,” dedi Tregonnin. “Sadece kaç nesilden beridir yolda olduğumuzu söyleyebilirim. Ama ne zaman ya da nasıl duracağımızı kimse bilmiyor. Gemiyi yöneten ilk validen önceki günlerde felaket gelmişti -her ne idiyse- ve o günden beridir gemi uzayın içinde kaptansız, denetimsiz sürüklenip gidiyor. Şunu da eklemek mümkündür belki: Umutsuz!” II. (Diğer gezegenleri, evreni bütünüyle anlamak gibi büyük bir amaç uğruna yapılmış bu geminin teğmenlerinden birinin günlüğü ve onu çok uzun zaman sonra okuyan bir güvertelinin umutsuzuğu) “Felaket hepimizi filozofa dönüştürdü.
Ancak şimdi, uzun yolculuğumuzun karanlığın içinde bir kaçışa dönüştüğü şu günlerde, yıldızlar arası yolculuk düşüncesinin altında yatan zihniyeti sorgulamaya başlıyorum. Procyon yolunda kim bilir kaç biçare kadın ve erkek sorgulamıştı bunu, şu ebedi duvarların arasına hapsedilmiş halde! Muhteşem bir düş uğruna yaşamları heba olup gitti; çocuklarımız Yer’e ayak basmadan önce daha nicelerinin olacağı gibi. Yer! Oradaki insanların yüreklerinin değişmiş olması, bu kadar uzun süredir sevdikleri ve taptıkları sert metallere daha az benzemesi için dua ediyorum. Ancak 24. Yüzyıl’da tanık olduğumuz, tam anlamıyla çiçek açmış bir teknoloji çağı böylesine mucizevi bir gemiyi havalandırabilirdi; ama bu kısır, sapık bir mucize. Ancak teknolojik bir çağ henüz doğmamış nesilleri, insanlar sanki duygu ve esinden yoksun, basit protoplazmalarmışçasına, böyle bir tabutta yaşamaya mahkûm edebilir. Teknoloji çağının başlangıcında -ki bana sorarsanız çok uygun bir andaç- Belsen’in anısı yer alıyor; uzatılmış bir azabın sonuna gelmekte olduğumuzu, hem Yer’de hem de Procyon V’in yeni dünyasında azabın sona ereceğini umut etmekten öte ne yapabiliriz ki?” Günlük burada sona eriyordu.
Vyann, okuduğu süre içinde, birkaç kez durup sesini toparlamak zorunda kalmıştı. Genellikle sahip olduğu askersi direnç onu terk etmiş, yatağın kenarına ilişmiş ağlamak üzere olan küçük bir kıza çevirmişti. Günlüğü bitirdiğinde kendini en başa dönmeye, ilk sayfada Complain’in dikkatinden kaçan bir cümleyi bir kez daha okumaya zorladı. Kaptan Gregory Complain’in dikenli el yazısıyla şu sözcükler sıralanmıştı:
“O gökleri görecek insanların altı nesil daha ölmeden önce doğmayacaklarını bilerek yol alıyoruz Yer’e doğru.” Vyann, sonunda yağmur gibi gözyaşlarına boğulmadan önce, bunu titreyen bir sesle okumuştu.
“Görmüyor musun?” diye bağırdı. “Oh, Roy… Yolculuğun sadece yedi nesil süreceği düşünülmüştü ve biz yirmi üçüncü nesiliz! Yer’i çoktan geçip gitmiş olmalıyız… Bizi artık hiçbir şey kurtaramaz!”
KAYNAK: Brian W. Aldiss, Yıldız Gemisi, Sf.135-169, Metis Yay., Birinci Basım, İstanbul 1999.