Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

>Psikanaliz Üzerine: Bir "Anima" Yazısı

>

Psikanaliz’e nereden başlamalı, nasıl başlamalı; evvela bilinmesi gereken galiba insanın anlaşılması gerekliliğidir; bu kapsama alanında psikanaliz, hangi rolü üstlenmiş olursa olsun diğerlerinin olduğu gibi “insan anlama sanatları”nın da temelini oluşturan “bilgi yoldaşlığı, seviciliği” bu sahanın kendiliğinden doğmasını sağlamıştır. Bana kalırsa psikanalizin bilimselliğinin muğlaklığı bir kitabın ancak ikinci bölümünü oluşturur. Öyle ki, bilimselliği belirleyen metotlara, kıstaslara varıncaya kadar evvela başlangıç noktası, amaç değer taşır. “Bilgi yoldaşlığı, seviciliği” ifadesini bilerek kullandım, bu en temel tabiriyle Yunan’dan Roma’ya daha sonra da çağımıza taşan philosophia‘nın kendisidir. Philos ile Sophia‘nın bir araya gelişinde bir düzen vardır, bu düzeni oluşturan insani bilginin zorunluluklarıdır. İnsan evvela kendisine bakmaz, çevresine bakar; doğanın işleyişinden mana çıkararak temel tabularını oluştururken, beri yandan ileride eğileceği kendisinin ayakta kalabilmesine dair çözüm yolları geliştirir.
En nihayetinde çevresini anladığını düşünen insan için ayakta kalmak da basittir, donduran kış soğuğuna da kavuran yaz sıcağına da pratik çözümleri olduğu gibi, tarlasını ne zaman ekip, hayvanlarını ne zaman otlamaya götüreceğine dair de birikim sahibi olur. Yani artık insan doğaya egemen olabilmenin yollarını ararken bulur kendisini. Bu da onun zorunluluklarındandır. Francis Bacon’ın, çağında arzuladığı gibi bir ilmin metotları için yeni araç (Novum Organum) geliştirmesinde de bunu görebilirsiniz; ya da aslen matematikçi olan Rene Descartes‘a mal edilen kartezyen sisteminde de (“ayıklama”) aynı varışı anlamlandırabilirsiniz. Bu süreç doğal olarak insanı bir yerde kendisini daha detaylı anlama arzusuna iter; insan mağaradan çevresine bakar gibi kendisine bakmaya başlar, Descartes’ın şüphesinden Immanuel Kant’ın saf ve pratik aklın analizine geçiş, en nihayetinde bugün bir bilim olup olmadığı tartışılan psikanalizin önünü açar. Zira insanın beden gibi bir ruhtan da teşkil olduğu üzerine tartışmalar çok eski yüzyıllara kadar gider; o bununla doludur, bununla manalıdır: Res Cogitans nitelikli insan için “yaşama hali”, “canlılık belirtisi” (“`animans`”) canlılığının (“animatio“: “varlık”) bilincini oluşturur. insanın nefes alıp verebiliyor oluşu, havaya ait olan (“animalis“) yaşama enerjisi “rüzgar”dan, “esinti”den gelir: Yani “anima“. bu aynı zamanda “soluk” demektir. Yani insana yaşam veren nefesin kendisi!

yaşamı anımsatan “canlılık durumu” daha sonra modern dillerde hayvan manasına gelen (ing. animal; it. animale, por. animal; isp. animal-alimana; fr. animal; esper. animalo) ama ilk başta “canlı varlık” manasındaki “animal” tabiriyle bedenleşir. psikanaliz de zaten bu canlı varlığın (felsefe tarihinde çeşitli düşünürler insanı “düşünen / politik / alet yapan hayvan vb.” olarak değerlendirmiştir), her türlü idollerden [1] sıyrıldığı noktada başlamak zorunda değildir; bizzat bu kabullerin, baskıların sebep olduğu sıkıntıları, rahatsızlıkları anlamlandırmaya ve analiz etmeye çalışır. karl popper’ın (1959) psikanalizin yanlışlanamayacağından hareketle bilim olmadığını söylemesinde de aslında analiz sırasında tespitlerin ucunun nereye varacağına dair psikanalizle uğraşan kişilerde bile ortak kabullerin zorlukla oluşturulması dikkat çekmelidir. psikanaliz bu noktada, bu yöntemi uygulayan kimsenin subjektif kanaatine de bırakılmış olur. bu da doğal fenomenlerin incelenmesindeki prensiplerin, insana canlılığını veren “nefes”in incelenmesinde de kullanılmaya çalışılmasının bir sonucudur. doğal bilimlerdeki fenomenlerin gözlemlenebilirliği tartışılmazdır fakat psikanalitik veriler, sembol yapısında olup yapıları gereği müphemlik taşırlar. bu tespit, freud’u belki de en iyi analiz eden tenkitçilerden paul ricoeur‘un freud and philosophyan essay on interpretation adlı eserindendir. [2] insana canlılığını veren “nefes” in analiz edilip, ondaki problemlerin ortaya çıkarılması ve kimi zaman francis bacon’ın tespit ettiği idollerin günah keçisi ilan edilebilmesindeki müphemliği iyi tartmak gerekir. zira insanı insan kılan, yukarıdaki tabirimle, “nefes”ini “nefes” kılan faktörlerin derli toplu bir şekilde incelenmesi ve en nihayetinde bedensel bir rahatsızlıkmış gibi teşhisin konması zorlu bir süreçtir. kaldı ki psikoloji ve sosyolojinin bilimsel sahalar olmadığını iddia edenlerin sayısı hiç de az değilken (aksini iddia edenler de çoktur, ayrıca psikolojinin dinsel kavrayışlarla ortak yanlarının fazla olduğunu düşünenler de az değildir) [3], psikanaliz gibi herbir uygulayıcının şahsi kanaatinin / anlamlandırmasının da önemli bir rol oynadığı öz itibariyle sembolik, müphem bir sahanın tıbbi sayılması da kolay değildir. ancak bu konuda biraz hız kesmemiz gerek, zira psikanaliz üzerine yapılan her yorum erken doğuma benzeyebilir, daha kötüsü ölü doğuma! zira 29 kasım 1993 tarihli time dergisi’nin [4] sorduğu “freud öldü mü?” sorusuna verilecek her olumlu / olumsuz cevabın kritiği rahatlıkla yapılabilir. zira sahanın kendisi müphemken, fenomen tetkiklerinin yapıldığı diğer sahalardan apartılmış yöntemlerle bu kadar taze bir alanda ahkam keserek medyatik bir yaklaşımla freud’u öldürmek biçimce kolay olduğu gibi içerik ve dayanak bakımından zorun ötesinde biraz da manasızdır! [5] zira psikiyatri ve psikanalizm konusunda saygın çalışmalarıyla tanınan erol göka (d. 1959) bu kavramların köklerini xvii.’daki evreni ve insanı dinsel kavrayıştan bilimsel incelemeyle anlamaya geçişte aramıştır, gerçi her bilimsel addedilen saha için xvii. yy. bir dönüm noktasıdır. göka’nın xvii. yy.’da isveçli doktor paolo zachia‘nın ruhsal hastalıkların sınıflandırılmasıyla ilgili ilk kitapları yazışından hareketle bu yüzyılı başlangıç durağı olarak görmesi makul karşılanmalıdır. zira paolo zachia’ya göre ruhsal hastalıkların sınıflandırılmasıyla ve bir kişinin ruhsal durumunun analiziyle ancak bir doktor uğraşmalıdır. [6] oysa felsefeci, felsefe tarihçisi émile bréhier (1876-1952) bu hususta psikanalizi tıbbın bir kolu olarak görmesinin yanında, ruhun teşkiliyle uğraşmasından ötürü sahayı felsefeye yamar ve şöyle der: “…psikanaliz tıpkı kanser veya tüberküloz tetkiki gibi sırf doktorlara münhazır olmak lazımgelir sanılabilir. halbuki burada bir nüans var, bu alanda söz konusu olan zihin hastalıklarıdır ki, zihin veya ruhun tetkiki asıl filozofun tetkik alanını teşkil eder.” [7] yani bilimsel olsun olmasın, “zihin ve ruhun tetkiki” eğer filozofun çalışması dahilindeyse zaten ne freud ölebilir, ne de psikanaliz çamura bulanabilir. ancak cengiz çakmak hocamın da dediği gibi “lanet olası dogma felsefede de vardır, ama yerin dibine sokulur”.

geldiğimiz nokta bir paradoks ya da değil; hiç problem değil; gelinen nokta pythagoras’çı ölen şairin ruhunun kuğuya dönüştüğüne dair kabulde olduğu gibi insanın “anima” ve “animus” kapsamında anlamlandırılması çabasını göstermektedir. insanın zihni de, varsayılan ruhu da paradoksal yapıdadır: insan, paradoksal bir hayvan olarak kendine bakmaya mahkum edilmiştir. onun trajedisinde kimi zaman dionysus esiniyle muhakeme yeteneğini yitirmiş öz annesi tarafından parçalara ayrılan pentheusluk kimi zaman da ışığa son adım kala evridike’sini sabırsızlığına meze eden orpheus’luk vardır. insan bu denli problemli bir hayvan olmasaydı, bu kadar çok çözülmezliği tespit edilmez, uğruna masallar uydurulmazdı. tragedya çözülmeyen problemden oluşur, çünkü insan “defectus defector” (ya da cedalion) olarak troya zaferini kendine yontan bir garip, kurnaz odysseus‘tur. gel de psikanalizle ya da başka bir şeyle odysseus’u çöz, ey sen ne güzelsin begüm.

notlar:

[1] idoller için: #11239026 .
[2] http://www.amazon.com/…ation-lectures/dp/0300021895 ; http://plato.stanford.edu/entries/ricoeur/ ; ayrıca bakın: erol göka, psikiyatri ve düşünce dünyası arasında geçişler, sf.95, vadi yayınları, 1. basım istanbul 1996.
[3] http://www.arachnoid.com/psychology/ ; http://www.arespress.com/…r/science/fantasysci.html .
[4] http://www.time.com/…overs/0,16641,19931129,00.html
[5] e. göka bunu şöyle açıklıyor: “time’ın ‘okuyuculara’ bölümünü yazan yönetmen yardımcısı linos kogevinas’ın freud’la ilgili manşetlerini savunmak amacıyla ‘valla biz 27 yıl önce de ‘tanrı öldü mü?’ diye manşet atmıştık ancak 44 ay sonra 1969 aralık’ında bu kez, ‘tanrı hayata geri mi geliyor?’ demek zorunda kaldık. bu belki giderek küçülen freud müridlerinin yüreğine biraz su serper.’ mealindeki dehşetengiz sözlerinde, bu medyatik eda, olanca çirkinliğiyle sırıtmaktadır.”, a.g.e., sf.79. incele:http://www.time.com/…/article/0,9171,979704,00.html
[6] erol göka, a.g.e., sf.17.
[7] emile brehierinsan ilimlerinin bugünkü konulari, çev. doç. dr. selmin evrim, anil yayinevi, istanbul 1965. (şuradan takip edebilirsiniz: http://www.scribd.com/…br-pskolojk-nazarye-pskanalz)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 02/09/2008 by in Felsefe - bilim, Genel and tagged , , .
%d blogcu bunu beğendi: