Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
>
BİR BUHRANIN HİKÂYESİ
Cemil Meriç
Bazan bir kuyuya benziyor hayat. Kör, pis, zehirli bir kuyuya. Boğuluyorum. Ölüme koşacak mecalim kalmıyor. Kimseyi görmüyor gözüm. Sevdiklerim yabancılaşıyor. Kitaplar tuğla oluveriyor birden. Dostlarımın sesini tanımıyorum. Varlığım bir tele asılıyor. Bir kâbus bu. Bir hastalık. Gözlerimi kaybettikten sonra bu kuyuya daha sık düştüm. Uzun sürmüyor. Uzun sürse deliririm. Sanıyorum ki bu “angoisse”ı aciz yaratıyor. İstediğini yapamamak. “Infirmite”den doğan bir aciz. Beni zıvanadan çıkaran âmillerin hiçbirinde harikuladelik yok. Her fâninin karşılaşacağı ve aldırmadan geçeceği tesadüfler.
Gerçi ezelden beri zırhsızım. Acıları dev aynasında büyüten rezil bir hassasiyetim var. Ama bilhassa evlendikten sonra bu çıkmaza ancak üç veya dört defa düştüm. Aşağı yukarı on iki senede. Hepsini karımın kıskançlıkları yarattı. Ciddi bir sebebi yoktu hiçbirinin. Buhranı yine bir aciz kamçılıyordu. İstediğini, hem de hakkı olan istediğini yapamamak. Elinden oyuncağı alınan çocuğunun çırpınışı. Kimsenin hayatı gül bahçesinde simten sakilerle kadeh tokuşturarak geçmiyor. Dünya gözyaşı vadisi. Ama bir de bir pençenin boğazınıza sarılışı, bir akbabanın yüreğinizi kemirişi ve günlerin suratınıza tükürüşü var. Yapamamak. Sokaktaki adamın yaptığını yapamamak. Su engelle karşılaşınca köpürüyor, bulanıyor, bataklaşıyor. Hele bu engel uzviyetten gelirse. Hayır, herhangi bir pasyonun kendisinden gelmiyor bu bedbahtlık. Aczime tahammül edemiyorum. Böyle zamanlarda çevremi kırmamak için bütün terbiyemi, bütün insanlığımı -ne kalmışsa- seferber etmem gerekiyor. Uyuyamıyorum. Düşünemiyorum. Karım doktora gitmemi söylüyor. Gerçi kökleri eski bir dert bu. Yalnız gözlerimle izahı imkansız. Belki bu oyunları oynayan “heredite”. Belki de aksaklık, herhangi bir iç organdan. İnsan kendi kendinin doktoru olabilir mi? Zaten bildiklerim ne? Bildiğim şu ki kader beni bu buhranlara biyolojiyi sahneye çıkarmadan mahkum etmişti. Biyolojiyi derken patolojiyi kastediyorum. Yoksa her kriz biyolojide kopan fırtınanın şuura aksidir. Doktora gitmek Tanrıya dua etmek gibi bir şey. Hangi doktora? Kongar, bendeki irade metanetine hayret ederdi. Biyolojinin hakları var. Psişiğin hakları var. Hangi vücut benimki kadar hor kullanılmış? Hangi ruh benimki gibi sille tokat susturulmuş? Galiba bahar başımı döndürüyor, bir parça da. Mösyö Fouche hastaheneden çıktığı zaman, bahardı. 63 baharında da bir sarsıntı geçirmiştim. Daha evvelkiler? Hint, yani yaratış bir katarsis, bir sublimasyon oluyordu. Karımın hastalıkları kendi dertlerimi unutturdu bana. Dişi ağrıyan adamın tabanını dağladığı hayat. Bir acı ötekini unutturdu. Hint bitti, basılmadı. Karım iyileşti. Bir ara çocuklarımla oyalandım. Dâva unutmak. Ben bir manastıra kapanıp uzviyetimin çığlıklarını kırk ayak ezer gibi çiğneyebilirdim. Tanrıya veya İnsana bağlayabilirdim kendimi, olmadı. Annem kemik veremi imiş. Babam şizofren. Ve gurbet. Ezeli, ebedi gurbet. Başkaları için yaşamak güzel şey. Ama kendisi için yaşadıktan sonra. On sene, beş sene, bir sene. Herkesin oynadığı oyuncaklarla oynamak. Bunu istedim.
Arkadaşlarım içinde benim kadar geride kalan yok. İktisaden kapıcıdan aşağıyım. Şöhretim evimin sınırlarını aşmıyor. Ve okuyamıyorum. Yani kader dört elle sarıldığım oyuncağımı da aldı. Ne verdi yerine? Karım daha beterini düşün diyor. Daha beterini düşün demek kolay. Sahilden fırtınaya tutulan gemi zevkle seyredilir. Ve kaptana tenkitler yağdırılabilir. Daha beterini düşünmek… bir teselli değil ki. Sadece acırım daha beteri varsa. Ve elimden gelirse yarasını sararım. İnsan daha beterini düşünmek için yaratılmamış. Daha beterini daha mükemmel hale getirmek için yaratılmış.
Fırtına dindi mi? Bilmiyorum. Ama kafam daha aydınlık. Korkuyorum da bir parça. Fırtınanın dinmesinden bile korkuyorum. Bazan bir diş ağrısı gibi kronikleşiyor acılarım. Hafifliyor, yani buhranla kaynaşıyorum. “Nous vivons maritalement.” Galiba son yılların en bahtiyor, en az ıstıraplı devresi Beylerbeyi’nde geçti. Bilmem ki… Hafıza çok tahrif ediyor hatıraları. Jurnal’ın faydası günleri vesikalandırmak. Belki bir ruh hekiminin işine yarar. Ne var ki insan her şeyi söyleyemiyor. İnsan olduğu için söyleyemiyor. Ve çile burada… her an ölmek veya öldürmek zarureti.
Çocuk ısrarla istediği oyuncağın kendisine uzatıldığını görünce hayretle duruyor… alsın mı?. Mühim olan oyuncak değil, yahut asıl mühim olan. Mühim olan değerimiz hakkındaki inancın sarsılmaması. Bir başkası kadar istenir olmak. Sonra oyuncak.
Tıp dünyamızın nasıl bir Darülaceze olduğunu çok iyi bilirim. İnsan tırnağını kestirmez bu adamlara. Ancak denize düşeni yılana koşturan ıstırap insanı hekime sürükleyebilir. Hangi doktor ruh dünyamızın girdibatlarını bütünü ile kucaklayabilir? Mazini bilecek, silsileni bilecek, bütün hayatını bilecek ve bir sevgiliyi süzer gibi eğilecek acılarına. Yardım edecek sana. Nerde bu adam? İki satırlık yalanını bininci defa tekrarlayıp, iki günlük nafakanı cebine atmak için pusuda bekleyen bir madrabaz doktor. Çingeneye fal baktırmak daha rasyonel. Çingene ruh hekiminden daha cana yakındır. Daha psikologtur. Ve çok defa insanı daha iyi tanır. Tıp ne yaptı Holderlin’e? Comte’u Esquirol mu iyileştirdi? Karım belki kalsiyum noksanı diyor: Bugün uyuz bir köpek gibi işimden koyulabilirim. Ve hiçbir iş yapamam. Bu hayatımın perde arkasındaki ardı arası kesilmeyen uğultu. Küçükken ibne diyecekler diye korkardık. Hatay’da herkes ****ydi. Bu meş’um damgadan kurtulan tek insana rastlamadım. Sonra komünist dediler. Sonra bir baltaya sap olamadım. Zillet, zillet, zillet. Doktor dünyamı değiştirebilir mi? Hafızamı yok edebilir mi? Korkularımı dağıtabilir mi? Gözlerimi verebilir mi doktor? Boğulunca bir dala tutunmak istiyorum. Yuvarlanmamak için. Öyle mi acaba? Belki çocukluktan bu yana karşılaştığım bütün krizlerin kökü seksüel. Evet seksüel. Tabii şartlar bu insiyakı azdırıyor. Galiba normal bir cinsi hayat kâbusları dağıtan gün ışığı gibi bütün endişeleri silip süpürüyor. Ama nasıl şey bu normal cinsi hayat? Mümkün mü? Ölmek veya öldürmek… Bu ne rezil kanun? Otosügjestiyon tek başına iş görmüyor. Neyi telkin edeceksin kendine? Saadeti mi? Başkalarının saadetini mi? Okumak istediğim çok kitaplar var. “Pathalogie Mentale” bunlardan ilki. Sonra, sonra Freud ve “Des Etudes sur les Aveugles.”