Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
>
hoşgörü kendi varlığına mütevazi bir destekse, ki bu desteğin boyutlarını değişik noktalarla ortaya koyabiliriz, örnekleyebiliriz, türk toplumu için azalan veya artan hoşgörü düzeyini öğrenebilmek için gerekli hadise.
akademik dünyada karşıma iki defa büyük türk hoşgörüsü kavramı çıkmıştı, (yani ikiden fazla da olabilir ama şu an ve öncesinde zihnimde en çok 2 tanesi yer etmiş.) birincisi yannis kordatos ‘un ta teleutaia chronia tis byzantinis autokratorias ‘ında 14. yy.’da istanbul ‘un fethinden evvel, konstantinopolis halkının büyük bir bölümünün (mezhepçilik ve sınıf farklarının da etkisiyle) latin ve frenk egemenliği yerine türk hoşgörüsü altında yaşama isteğidir.
kordatos’a göre; “..bizans köylüleri, ortodoks kilisesinin düşmanı olmayan türkleri tercih ediyordu… türkler, geçtikleri yerlerde bulunan manastır ve kiliselere dokunmuyorlardı. tekfurlara ve rahiplere ilişmiyor, mallarına mülklerine el koymuyorlardı. -tek şartları, kalelerin anahtarlarının teslimi ve tabiiyetti.- (aynı eser, sf. 34) metropolit mihail de şöyle yazmış: “.. önümüzdeki büyük tehlikeyi fark ederek, italyanların yerine türklerin egemenliğini tercih etmemiz gerektiğini belirtmek isterim. tanrının buna razı olacağına inanıyorum.” karşılık olarak orhan bey dönemi resmi evraklarında şöyle bir not düşülmüş: “manastır rahipleri bütün reayadan önce tebaamız olmayı kabul etmiş ve buyruğumuza girmişlerdir.” yine 1430 ‘da selanik, sultan murad ‘ın eline geçince, aynaroz rahipleri temsilci göndererek aynaroz’un anahtarlarını teslim etmek istediklerini bildirmişler.” (aynı eser, sf: 37) yine tarihçi kordatos, istanbul yani konstantinopolis için, “türklerin gelişinden başka kurtuluş olmadığını görüyorlardı.” demektedir. (aynı eser, sf: 38) (türklerin idaresini isteyenler ezici çoğunluktaki halk ve ruhban sınıfıydı. zira latinlerin, haçlı hareketlerinde ne kadar açgöz olduklarını görmüşlerdi.)
ikinci örnek ise; ankara’daki monumentum ancyranum‘un günümüze kadar korunabilmiş olması hadisesidir. batı dünyası, bu yapıtı kanuni döneminden beri bilmektedir. (augustus, ankara anıtı, cumhuriyet kitaplığı, sf: 37) hamit dereli çevirisinin de bulunduğu bu eserde remzi oğuz arık‘ın bir incelemesi yayınlanmış. işte remzi oğuz hocamız, büyüğümüz şöyle bir not düşer; “bizanslılar zamanında pek çok zarar ve onarım gördüğünü bugün iyice saptayabildiğimiz roma / augustus tapınağı gibi res gestae de yok olma tehlikesi geçirmişti. onu koruyan büyük türk hoşgörüsünü minnetle anmak gerek. bizanslılarca zaten yıkılmış ve değişiklik yapılmış olan yapıyı yıkacağı yerde camisini (hacıbayram camii) onun bitişiğine yapan, hatta camisinin saçağını bir kalkan gibi yazıtın bulunduğu köşeye uzatan bu türk hoşgörüsü olmasa “res gestae” ortada kalmazdı.” (aynı eser, sf: 39)
şimdi büyük türk hoşgörüsü maalesef bu verdiğim iki güzel örnekte olduğu gibi övünç kaynağımız olmaktan adım adım uzaklaşmaktadır, değer kaybetmektedir.
gelelim günümüze;
“..izmit’te sergilenecek yer bulunamadığı için gar bahçesine taşınan çoğu roma dönemine ait heykeller, kimliği belirsiz kişiler tarafından kırılıp siyaha boyandı
..
birkaç hafta önce büyükçekmece’de, belediyece açık havada sergilenen heykeller de kırıldı, yıkıldı, boyandı…
ankara’da da erotik esintili bir heykel için, ne dendiğini anımsıyoruz:
– tükürürüm böyle sanatın içine…” çetin altan, milliyet kaynak: http://www.milliyet.com.tr/…/06/29/yazar/altan.html
şimdilerde, bilgi çağında, teknolojinin kulumuz kölemiz olduğu bir çağda (yoksa biz mi onun kölesi olduk?) atalarımıza göre daha kaba, daha saygısız, daha hoşgörüsüz bir hale geldik mi yoksa? bunun araştırılmasında, bilimsel veri olarak sunulmasında fayda vardır.
meraklısına notlar: büyük türk hoşgörüsünün etkisiyle yüzyılları aşıp günümüze gelen ankara anıtı günümüzde harap durumda, alın size iç karartan bir örnek daha. günümüz anlayışının yıkıcılığı.. türk televizyonlarında medya kuklaları dansedip oynayıversinler…
ayrıca bu entryde mevzubahisime örnek verdiğim çetin altan , yazısını şöyle bitirmekte:
“heykelleri kırmak, anıtsal çeşmelerin musluklarını koparmak, acı çektirmek ozanlara, yazı adamlarına… olsun… yine de, iyi insanlar geçti buralardan.”