Son dönemde okuduğum en iyi kitaplardan biri olan Hal Foster’ın “Ya Farstan Sonra” adlı kitabından birkaç pasaj paylaşmak isterim.
“Görünen o ki Amerikalı plütokratların çoğu, [Trump konusunda] anayasal kanunların çöpe atılmasını, göçmenlerin günah keçisi ilan edilmesini ve beyaz-üstünlükçülerin seferber edilmesini; finansal serbestleşme, vergi indirimi ve kanunsuz iş anlaşmaları gibi yöntemlerle daha fazla sermayeyi temerküz etmek için ödenecek cüzi bir bedel olarak görüyor. Dahası bugün Birleşik Devletler’deki milyonlarca insan, tıpkı geçmişin Fransız lümpen proletaryası gibi, onları böylesi bir sömürüden koruyacağını vadeden ve fakat esasında o sömürünün kucağına daha da fazla iten ‘faşist virüs’e yenik düşmüş durumda. Eğer trajediden sonra fars geliyorsa, farstan sonra ne geliyor? Yeterince açık olmayan şey, bir sürü zırvayı da beraberinde getirir.
…
Hakikat-sonrası siyaset, çok büyük bir sorun, evet; fakat utanç-sonrası siyaset de öyle.
…
Kendi çelişkilerini reddeden bir hegemonik düzenin foyası nasıl ortaya çıkarılabilir? Utanmak nedir bilmeyen bir siyasi elit nasıl küçük düşürülebilir veya absürdlükten beslenen parti liderleriyle nasıl dalga geçilebilir?
…
Dahası halihazırda öfke ve hiddetten beslenen bir medya ekonomisine daha fazlasını eklemenin bir mantığı var mıdır?
…
Trajedinin ardından gelen fars örüntüsünün her şeye rağmen bir mantığı vardır: Tarih, saçma da olsa bir anlatıya sahiptir. Ama bu tutarlılık belki de bir illüzyondu ve soruyu yineleyecek olursak, farsın ardından ne gelebilir ki? İlla bir şey gelmesine gerek yok. ‘Evrenin ahlak ibresi hep adaletten yanadır’ veya ‘insanlığın kusursuz birliği için gayret etmeliyiz’ türünden yatıştırıcı söylemler, artık kimseyi teskin etmiyor. Hiçbir şeyin garantisi yok ve her şey bir mücadele alanı.
…
Çöküş, aniden açığa çıkan güçtür; sonucu genellikle olumsuz olsa da olumlu olma potansiyeli de taşır. Hatta ‘çöküş’, teamüller, kurumlar ve yasalar açısından bir şeylerin bozulup aksi şekilde yeniden yapılmasının diyalektiğine dahi işaret edebilir.
…
Freud’a göre, yaşadığı zamanın kitle siyaseti, ‘sürünün grup psikolojisi’nde bir gerilemeye yol açmıştır: ‘Ortaya çıkarılan şey’ diye yazar Freud, ‘karşısında ancak pasif-mazoşist bir tutum takınılabil[en]… güçlü ve tehlikeli bir kişi fikri’dir. Freud şu sonuca varır: ‘Kitlenin önderi hâlâ o ilk insan topluluğundaki korkulan ilk babadır, kitle hâlâ sınırsız bir güç tarafından egemenlik altında tutulmak eğilimindedir, otoriteye alabildiğine düşkünlüğü vardır.’ Trump söz konusu olunca neden ilksel babayı hatırladık?… İlerici insanlar için bunun nedenini anlamak güç olabilir; bunun bir yolu, Trump’ın sürüyü ilksel babaya bağlayan ‘erotik bağ’dan istifade etmiş olduğunu görmek olabilir. Zira bu figür, aynı anda hem yasayı bünyesinde toplar (ve bunun üzerinden erkek kardeşlerine patronluk taslar) hem de onu bizzat ihlal eder (herhangi bir kadını elle taciz edebilir). Burada son derece güçlü bir çifte özdeşleşme durumu söz konusudur: Erkek kardeşler otorite figürü olduğu için babaya boyun eğer ve yasadışı bir figür olduğu için onu kıskanırlar. Ve böylece bizim de ilksel babaya (baş zorba) çekmiş, şöhretli bir devlet başkanımız olur (‘Eğer şöhretli biriyseniz, her şeyi yapabilirsiniz.’) ve onun çırağı olmak isteyen beyaz adamlar, arkasında sıraya girer.
…
Hepimizin gayet iyi bildiği gibi kültür endüstrisi, kendi maymunsu Trumpçıklarına sahip ve kurullarının çoğu Trump markasının siyasal ekonomisinin bir parçası. Bu suç ortaklığı –#metoo gibi geniş katılımlı hareketlerden, Occupy Museums ve Decolonize This Place gibi daha küçük gruplara- yeni feminist ve kurumsal eleştiriler için önemli bir kozdur. Dahası habis faillerin, en çok hesap vermeleri gereken yer olan siyaset alanında istedikleri gibi at oynatmalarına izin vermemeliyiz. Bize düşen görev, siyaset alanında da hesap verilebilirlik talep etmek, hatta bunu en çok siyasetin alanında talep etmektir.
…
Günümüzde eleştirel ifşalar bir yana, rasyonel argümanların bile çoğu zaman etkisiz kalmasının nedeni, paranoyak kişinin kendi kafasında kurduğu şeylere, aklı başında insanların gerçekte varolan şeylere inandığından çok daha ateşli bir şekilde inanıyor oluşudur. Yeterince ikna olmuş bir paranoyak başkalarını da ikna edebilir; hatta Donald Trump örneğinde de gördüğümüz gibi, insanları ikna etmek için bariz şaşırtmacalara, apaçık yalanlara bile lüzum yoktur.”