Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

>Pars Vite et Reviens Tard

>

Pars Vite et Reviens Tard

Cengiz Çevik

[Yoğun spoyler içerir, spoyler salgını, ters dört gibi ters lwek]

Öyle çok heyecanlanmadık kardeşim, bir dakika durun önce, soluklanın.

Ortaçağ’a dönüyoruz orada salgınlara karşı alınan batıl önlemler (batıl inançların doğurduğu batıl önlemlere bayılırım; sadece fragmanı para eden The Skeleton Key‘deki kapı eşiğindeki okunmuş tozları anımsayın hele, ne kadar şuh, ne kadar allah allah etkisine sahip öyle) ve batıl önlemlerin üzerinden Katolik Kilisesi‘nin (Roman Catholic Church derler buna, İngilizcesini yazıyorum ki, Türkçesini yazınca okuyucuya gerekli artisliği yapamadığını sanan gerzekler nasıl hissediyormuş onu hissedeyim diye, İngilizce zira, iletişimin dilciği) çeşitli kutsal söylemlerine geçiş, halktaki paniğin, kaos ortamının en nihayetinde baştaki batıl itikadı daha da sağlamlaştırması, bundan yaklaşık 4-5 yy. sonra özellikle de Fransa’da veba salgını ‘nın Black Death statüsüne (bkz: #966135) varıncaya değin yaktığı canlar, dağladığı yüreklerin köprülüğünde 1920’lere uzanıp, orada Fransa’nın çeşitli varoşlarında ancak etkisini gösteren modern çağın son veba salgınına gönderme yapması filmi ilgi çekici kıldı bizim için, kılmalıydı zaten, aksi düşünülebilir miydi? “Durum Beter”. hem de bir fransız filmi için bunları söylüyorsam, durum vehametin de ötesinde.

Veba’nın geri geleceği söylentisi, son 50 yılın belki de (buradaki “belki de” ifadesi, verilen tahmini zaman dilimi göstergesinin sallama olasılığının anlaşılması tehlikesindendir) Ortaçağ ‘daki kiliseye, şeytana/tanrıya yönelik cemiyetleşmiş olsun, tarikatlaşmış olsun / olmasın herhangi bir batıl itikada ya da mistik tavra iliştirilmiş hikayelerle bezeli tüm filmlerini andırır, biz düşünmeye başlarız; evet yine modern kafanın, kendi kendini sıkıştırarak yarattığı konforlu mahzeninde retro bir bakış açısıyla kendine eğlence çıkardığı sonucuna varabiliriz. tarikatlaşma olsa da (örneğin The Reaping ‘te olduğu gibi), olmasa da (örneğin Angel Heart‘ta olduğu gibi) sonuç itibariyle izleyiciler eskinin pek bilinmeyen simgeleriyle, hikayeleriyle korkmak ya da en azından mitos‘unu yitirmiş, her şeye bir cevabı olan ve çağların gördüğü en zeki insan olma özelliğiyle öncüllerine, yani kendisini dölleyen atalarına üstünlük kurmuş “Yeni Çağ mekanik-bilimi insanının oğlu” ipod’lu, içerden ısıtma sistemine sahip ceketli (andavallıların deyimiyle “postmodern”. Bu meret de ne faydalı bir icattır böyle, olur olmadık her yere sıkıştırıver bir “postmodern” tabirini. Sanki modern’in üzerinde anlaşılmış tek bir tanım ve nitelikler bütünü varmış gibi. E haliyle ondan sonrası da onun gibi kafa karıştırıcı oluveriyor. Gelecek nesiller daha iyi tanımlayacak bu dönemi, akımı; tıpkı Nietzscheci “değerlerin yeniden değerlendirilmesi” olgusunun, bugünlerde daha net bir şekilde anlaşılması gibi) yani doğa karşısında her türlü önlemini almış, canı hiç yanmayacak olan fok balığı avcısı kılıklı tiplerin eskinin o tutkuyla, inançla (sadece dinsel manada kullanmadım bu terimi) manalaşmış görkemli heyecanlarına bakıp bakıp “vay be ne boş düşünceler kardeşim bu” diyebilmeleri için, şimdilerde bu filmdeki gibi veba’ya bile mana atfedecek yiğitlerin olmamasından duyduğu özgüvenle “ne lan vebanın da çaresi bulundu… “Manyak lan bu adam” diyerek, yukarda belirttiğim çağların gördüğü en akıllı adamlar oldukları masturbasyonunu yapmak zorundadır ( çiz bakalım oğlum çiz, gün senin günün, çağ senin çağın: http://www.ac-grenoble.fr/…s/couvspachmilitello.jpg ).

Ben demiyorum ki; V For Vendetta‘dan hareketle TBMM’nin önüne Yüzde 52 yaz, ben demiyorum ki; Pars Vite et Reviens Tard’dan etkilen ve kanalizasyonlardan hastalıklı fareleri topla, Starbucks gezegenindeki arkasını sıcağa, önünü Beyoğlu’nda yürüyüşe çıkmış (birazdan 110’a ya da Karaköy’den vapura binecek) fakir yığınlara dayamış zengünleri heder et, burnunu karıştır. Ben diyorum ki; taşı yerinde bırak, ya da illa bırakmamaya yeminliysen, geçmişin mistisizmine şehir kütüphanesindeki herhangi bir ansiklopedik eserden yola çıkarak tümüyle hakim olacağını sanma.

Öyle ya kardeşim, biraz inandırıcılık tozu film yemeğine hiç de fena gelmez. Sezgileri kuvvetli bir müfettiş, memur bey var. tamam da daha birkaç vaka varken ortalıkta, kapılarına ters dört çizilmiş, buradan büyük bir olay çıkacağını sezecek kadar da olmasın esas oğlanımızın bu yetisi. Yoksa biz gözümüzü açıp kapayıncaya kadar (“aman ya iki serserinin işidir” deyip geçmek mümkünken) olay birden, şehir için ciddi bir tehlikeye dönüşüverdi. tam bir metamorphosis’le karşı karşıyayız kardeşim (Kafka’dan örnek vermezse ölecek hastalığı), adamımız Kafka’nın böceğe dönüşmüş genci gibi oldu bir ara. Sen tut o orospuyla çatır çatır sevişmeye girişmişken hayvani camlarıyla tüm şehri ayakları altına alan gökdelen ‘deki dairende, daha az evvel sana siktiri çekmiş çekik gözlü eski sevgilin seni bassın, bir de bu yüzden sana siktiri çekip Napoli’ye taşınsın. Senin bitli (veba tehlikeli) polis arkadaşın da onun peşine bir adam diksin, filmin sonunda öğren bunu. Maymuna dön adeta. O sevişmeye çalıştığın orospu da baş katil olsun. bu da çok işlenmiştir gerçi, komiserimiz gider orospunun orospusunu, puştun puştunu bulur da sonunda celladına aşık olan mahkuma dönüşüverir, gerçi adamımızın dönüşümü bu boyutta değil, daha karmaşık, daha kaotik. Filmde bir dönem gündemimize -ana haberlerde- tecavüz eden şarbon mevzusuna açık açık gönderme yapılırken, beri yandan batıl inançlara saplanan günümüz insanlarının ne kadar aptal olduğuyla alakalı şikayette bulunan kahramanımızın, katillerden moron olanının (gerçi gerekçesi var; babasının ölümüne şahit oldu) peşine yine o batıl inancın sembollerinden biri (parlak yüzük) sayesinde düşmesi de ilginçti. Deus adamımızın sezgisine z******* vermesin, ama durum bundan ibaret suser kardeşlerim.

Filmin sonuna gelmek istiyorum, zamanında bir kıza tecavüzden yargılanmış, böyle adı çıkmış ama şimdinin Klasik & Ortaçağ araştırması amcamızın “hayata değer vermek” üzerine söyledikleri öyle manasızdı ki, şu an ekranımda köşede açık olan tv karesinde Beşiktaş’ın Liverpool’dan yediği ilk gol bile daha abuzambak olamaz, o derece yani. (Hani 8-0 biten maç! Yazıklar olsun, meğerse daha abukluğu da varmış!)

Tabi ki filmin sonu, yersiz mesajla sınırlı değil, sadece bir Fransızdan gerilim filmi izlemiş olmanın verdiği şeyi, hm, etkiyi yazımda da hissettirmek istiyorum sanırım, lafım Henri Georges Clouzot‘tan dışarı.

Neyse izleyin hadi, en azından fikriniz olur, belki de beğenirsiniz; belki de naifliğe vurgunsunuzdur: http://eur.i1.yimg.com/…s/20070124/01/432420621.jpg

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Bilgi

This entry was posted on 13/07/2008 by in Başka birtakım hassasiyetler, Genel and tagged , , .
%d blogcu bunu beğendi: