Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

>Hepimiz sarsılarak gelebilenlerden miyiz?

>

The Dudes of Wraths – Shocker (Soundtrack)

Herkes beceremez. Kimisi itidâlle gelir, kimisi sarsılarak; kimisi önemseyerek gelir, kimisi umursamadan. “Önemli olan sadece gelmiş olmamdır” diyen biri varsa yalan söylüyordur, çünkü önemli olan sarsılarak gelmektir. Sarsılarak gelemeyenler sarsılarak gelebilenleri hiçbir zaman unutmaz. Sarsılmak ve gelmek birbirine çok yakışan iki fiildir. Sarsılmadan gelenlerde genelde sarsılmak sarımsak tadı verir, sarımsağa bir kere alışanlar bir daha sarımsaksız hiçbir şey yiyemez. Bunun gibi, sarsılmadan gelenlerde her daim sarsılamıyor olmanın tatsızlığı vardır. Sarsılmayı isteyip de sarsılamayanlar genelde sarsamayanlardır. Sarsmak ve sarsılmak, reciprocal jouissance işaretidir. Bazı ilkel kavimlerde sarsılarak gelen çiftler hayra alâmet değildir. Bir Avustralya kabile reisi şöyle der: 

Sarsılarak gelen çiftlerin sayısı artınca, koyun kuzunun, geyik aslanın, timsah da yunusun koynuna girer. Sonun başlangıcıdır bu, artık kaçış yoktur. No way out.”


Sarsılarak gelen çiftler eski türk şamanizminde de hayra yorulmamıştır. Genelde Satürn ile Sirius’un çakıştığı gecelerde, gök astronomisi (sanki yer astronomisi varmış gibi) konusunda uzman olan eski bilgeler Sirius’un sarsılarak geldiğini düşünürmüş. İnci taneleri gibi meteorlar yağarmış günahkârların üzerine. Tohumlar çocuk olmazmış, kadınlar ise doğal olarak gebe. Baba olamayan erkekler kabahati, kendilerini sarsılarak gelmeye mecbur bırakan karılarında ararlarmış.

İlk eş değiştirmeye bir Avustralya kabilesinde rastlanıyor. Tarihi tam bilinmeyen bu eş değiştirme esnasında sarsılarak gelenlerle sarsılarak gelmeyenler ayrı kil çadırlara girip farklı jenerasyonlar meydana getirmeye çalışmıştır. Sarsılarak gelenlerin sarsılarak gelmeyenlere oranla daha zeki çocuklar doğurdukları görülmüştür. Ancak sarsılarak gelmeyenlerin çocukları fiziken daha güçlü olmakla birlikte, sarsılarak gelenlerin çocuklarına üstünlük sağlamayı bilmişlerdir bu meziyetleriyle. Fiziğin tekniğe, bilek gücünün zekaya üstün geldiği bu kabilenin ömrü uzun olmamıştır. İlk Fransız kolonistler kıtaya ayak bastığında, bu sarsılarak gelmemişlerin şanlı evlatları onları tanrı gibi karşılamıştır. Çünkü sanmışlardır ki, incili kaftan ya da renkli kalın örtüler takınmış bu yabancılar, sarsılarak gelmemiş olanların jenerasyonunu yok edecektir. Nitekim öyle de olmuştur. Horatius’un Yunan kültürü için söylediği gibi, “savaşta muzaffer olan Roma, kültür bakımından Yunan düşüncesine mağlup oldu”, pazusu, pörsümüş balon gibi gevşeyen jenerasyonun artık sarsılarak gelmeyle ilgili fikirlerinin değiştiğini ama işin de işten bir hayli geçtiğini söylemeye gerek yok herhalde.

Sarsılarak gelenlerin hikâyeleri jenerasyonlarca anlatılır, sarsılarak gelemeyenlerin ise anlatacak hiçbir şeyi yoktur. Oysa sarsılarak gelmeyenler, tıpkı silahlarıyla, tüfenkleriyle, haçlarıyla gelen ilk kolonistlere pazuları gibi penislerini de gösterme gereğini duymamıştı. Sarsılmayı herkes beceremez, sarsılmak yürek ister. O kabile şefinin dediği gibi: “Sarsılarak gelmeyi kötücül biliyorduk, gecenin bile üstünü örtemeyeceği çığlıkları, titremeleri depremden sayıyorduk; şimdi daha mı iyi oldu? Tanrıların kayıklarıyla geldiler, şanlı tarihimizden bize miras olan bileğimizin gücünü kullandılar. Eskiden bizim toprağımız onların dini vardı, şimdi biz onların dinini aldık, onlar da bizim topraklarımızı. Çünkü bizler denyoyuz, bildiğin denyo. Şimdi sarsılarak gelemeyenler olarak eskiden bizlerin olan topraklarda, onlara marabalık yapıyoruz. Oysa atalarımız sarsılarak gelme ile sarsılarak gelmeme arasında bir tercih yapsaydı ve sarsılarak gelmeye devam etseydi, bugün kendi tarlalarımızda sarsılarak geliyor olurduk. İncir ağacının dibinde uyur, karabasanla cebelleşirdik. Ağzımıza yılan girer, kendi yılanımızı ağızlara sokardık. Şimdi hayatımız coca cola reklamı gibi şen şakrak ama bir o kadar bizim değil.”

Sarsılarak gelen ataların hikâyeleri hep anlatıldı. O vakitler kil çadırlar titrerdi, kadınların koltuk-altına terler boşanırdı. Yiğitler dere kenarında düşman kabilelerin yiğitleriyle birlikte yüzünü yıkardı. Sarsılarak gelebilen o büyük insanların üstüne bir gün bir bulut çöktü ve hepsini aldı götürdü sanki. Yeryüzüne ilk canlının tohumunu atan Levania’lılar bize sarsılarak gelmenin yaşamın özündeki, yorulmak nedir bilmeyen kinetik enerjinin bir gereği olduğunu aşılamıştı. Oysa biz sonra göbek deliğinin altına sıkıştırdık bu enerjiyi, oradan çıkamıyor şimdi. Kabile reisinin dediği gibi “tuvalette omonun içindekilerini okuyoruz, çünkü biz omo kadar bile değeri olmayan çapulcularız.”
Bu yazıyı ilkin Ekşi’de yayınladım:
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=18358148

4 comments on “>Hepimiz sarsılarak gelebilenlerden miyiz?

  1. gasilhane
    02/03/2010

    >Ahlaksızlık edepsizlik dolu tarihten gelen not:Priapos kentinde yaşayanlar hep sarsılarak, hep kural ihlalleriyle gelirmiş. Taa ki Hristiyanlık icad olunana kadar.. Sonra azalmış sarsılmalar, ve mesai başlamış.

  2. Catharsis
    02/03/2010

    >Bu yazıdan anladığım: varlığın devamı için sarsılmak gerekiyor.

  3. aysegulyuksel
    03/03/2010

    >Jimi, bu insanoğlu dediğimiz dünya vatandaşı eleman "iki bacağının arasındaki" sorununu halledipte "iki kulağının arasındaki" sorunlara varması kaç milyon km eder? ben onu merak ediyorum. Can Yücel ne güzel işaret etmiş şu sözünde sanırım çok haklı :"Dünyadaki en uzak mesafe ne Çin, ne Afrika, ne de Hindistan, dünyadaki en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafe, birbirini anlamayan" Ah mirim ah! sana şiir gönderiyorum ek olarak..FANTİRİ FİTTONAkşam üzeri balkona kuruldumuydu, Bacak bacak üstüne atıp cıgarayı da yaktımıydı, Şeytan diyor git saçlarını dola eline, Bir sille bir tarafına, bir sille öteki tarafına. Piyango vurduysa vurdu, Kelleyi kulağı düzdünüzse düzdünüz, A şırfıntı cakan kime. Ama olmuyor işte, Zeynep Hanımın hatırı var. Baksın Fatma´ya, baksın Muazzez´e, Reci yollarında kırılıyor zavallılar. Bu hayatın baharındaymış da, dünyayı iplemezmiş, Kırıştırdığı kar kalırmış yanına, Anasının karşısına geçip, rakı içer bu kaltak Bir alay şatafilliyi yanına alıp fink atarlar Kadının Başına gelenler, ahif vaktinde. Gitmesin efendim, mecbur eden mi var Gitmesin Todori´nin gazinosuna Bok mu var todorinin gazinosunda Tahta silsin, kabı kacağı ovsun Madem okulu bıraktı başka işi ne Oturup evde kısmetini beklesin Ağda tutmasın, bacağın kıllısıda iyidir. O nane mollalar ne anlar kıllı bacaktan Pislik sarısından başka renk mi bulamadı saçlarına Hele entarisi kıçı başı meydanda Oldu olacak bari bilmem neresini de göstersin. Boşversin paraya pula, Ona dost öğüdü hana hamama boş versin Tahsildar Cafer´in kızı o tacire vardı da ne oldu sanki, Şimdi de bir mühendis koymuş aklına Güze doğru evlenecekler de, Amerika´ya gidecekler Ona kitaplar okutmalı, şiirler ezberletmeli Hayvan gelmiş, bari hayvan gitmesinMETİN ELOĞLU

  4. jimi the kewl
    03/03/2010

    >Arkadaşlar öyle yorumlar yapıyorsunuz ki buraya eklesek ayrı birer yazı konusu olabilir. Bazen bu yorumları da yazıya dahil edesim geliyor.Ben bu yazıyı çok tuhaf bir kafayla yazdım. Her şeyden önce bir hayal-ürünü, Avustralya kabileleri ilkin Fransız kolonistlerle karşılaşmamış olabilir, ben İngilizler diye hatırlıyorum, yanılıyor olabilirim. Ama yazarken Fransızları yazasım geldi. Bu bendeki F. Bacon ve Kraliçe Elizabeth asalaklığından kaynaklanıyor. Her ikisinden ve yaşadıkları dönemin İngiliz koloniciliğinden etkilendiğimi söyleyebilirim, bu yüzden af buyurun ama boku Fransızlara atayım dedim. Aslında başka eleştirilerim var kolonizasyona dönük, ancak yazıya bunu koymadım. Yazıda öne çıkan konular şöyle galiba (ben bile tam çözemiyorum): Üstü örtülü bir "aşkımızı/sevgimizi yiirdik" mesajı, ki bunun üstünü örtmediğimizde artık leş olmuş olmuş magazin seviyesine düşüyoruz. Kargalar bizi didiklemeden gardımızı alalım, illuminati gibi örtülü aydınlanmanın peşinde koşalım. Gerçi bu, sadece aşkla vs. ile de ilgili değil, her şeyde bu böyle. Gerzeklik seviyesinde tutkunluğun her türlüsünü leşten sayıyorum; ısrarcı insanları sevmiyorum. Yok'tan, hayır'dan, olmaz'dan anlamayan insanlar sonunda defol'u yediklerinde şaşırmasınlar, böyle düşünüyorum. Bu da bir nevi sarsıntının yüceltilmesi anlamına geliyor. Burada da Nietzsche'yi hatırlıyorum hep kaçınılmaz olarak, bir evette bir hayırda gizlidir mutluluğum iyordu, bana göre haklıydı. Sarsıcı olamamış hiçbir şey bu evrim yolunda ayakta kalamaz. İlkel kültürlerin ayakta kalamamasının nedenlerini düşündünüz mü hiç? Örneğin zaman dilimlerini niçin modernize ettik ve kabullendik? Niçin bugün bazı değerler kaybolurken, bazı değerler güç kazanıyor? Sarsılarak gelemeyen çiftler gibi, sarsılarak gelemeyen (?) kültürler ve kültür materyalleri de sağlam kalamıyor. Sarsılarak gelmede doğru zamanlama ön-plandadır, oysa ilkel kültürler adlarındaki o primitiflikten yani "ilk"likten ötürü zamanın bir noktasında kaldılar; daha doğrusu zamanın bir noktasında kaldıkları için biz onlara "ilkel" diyoruz, onların böyle bir isimlendirme telaşı yoktu.Demek ki zamana uymak ya da onu kontrol edebilmek ayakta kalabilmenin sırrı. Günün değerlerini de bu gözle değerlendirmek gerekiyor. Zamanla aranın düzgün, güzel olması için de bir zeka yetkinliğine ihtiyaç var. Bileği kuvvetli ordular, Hannibal'in ya da Moğolların ordusu gibi tarihin ancak bir noktasında kalır. Çiftler gibi, topluluklar ve kültürler de sarsılarak gelmezse, yok olur. Ziyan olan çok çift var, bu çiftlerin suçu değil. Yanlış zaman, yanlış yer, yanlış insan. İnsan da tıpkı yığınlar ve halk gibi, her zaman doğru tercih yapamıyor.Ayşegül'ün aktardığı şiirin son dizesi Kemal Sunal'ın Deli Deli Küpeli filmindeki Deli kaymakamın bir lafını hatırlattı. Su içtiği derede yıkanan köylülerin artık hayvanlardan ayrılma zamanı geldi, diyordu. Çoğu kere insan hayvan gittiğinin bilincinde olmaz, ilkellerin ilkel olduklarını bilmemesi ya da benim de ne kadar muhteşem bir insan olduğumu bilmemem gibi. Son kısım olmadı galiba.

Catharsis için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Information

This entry was posted on 02/03/2010 by in Başka birtakım hassasiyetler, Genel and tagged , , , .