Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.
X-Men 1 ve2 filmleri hakkında ne söylemem gerektiğini düşünüyorum da tam bulamıyorum; sanırım evvela filmleri izlemeden evvel internetteki spoylera girmeyen yorumları okuyup fikir edinmek isteyen okuyucuları tatmin edebilme bahanesiyle kısa yorumlar yapmalıyım; daha sonra bu yorumlardan hareketle kafamda yer eden hususları açıklamaya girişirerek farkına vardırmadan kendi hislerimi, düşüncelerimi kayda geçirmeliyim. Evvela söylemem gereken şu ki, zamanınız varsa ve uygun donanımı (Player’lar, DVD, VCD vs.) sağlamışsanız (3. izlemediğim için karıştırmıyorum şimdilik) ilk iki filmi arka arkaya izleyin; şunu göreceksiniz bir “bol süper kahramanlı” film var elinizde ve bu filmdeki gerilim, drama, şen kahkaha (bu niye araya girdiyse!) giderek artıyor. Evvelce benim gibi X-Men comics’ini (şey oluyor yani, çizgi roman) okumamışsanız (ya da ekstra olarak sadece Capcom Vs Marvel; Street Fighter vs X-Men gibi dövüş oyunlarını atari salonlarında veyahut emulatorler vasıtasıyla bilgisayarda oynamışsanız) buradaki filmde canlandırılmasına izin verilmiş hero’ların herbirini başarılı birer sunum olarak değerlendirebilirsiniz; zira anlaşıldığı kadarıyla (tekrar ediyorum çizgi romanını okumak başka bir şeydir; asıl kök orada, açıp oradan okumadıkça asıl X-Men fantezisini anlamanız mümkün değildir; ben burada filmlerdeki ve yukarıda bahsettiğim dövüş oyunlarındaki X-Men anlayışını irdelemeye çalışıyorum) herbir karakter evvela bu dünyanın birer parçası. Hikayede evrim gibi pek civcivli bir konunun öz taşıdığı ısrarla vurgulanıyor; ancak evrim sıçraması yaşamış mutantlardan birinin (Kurt Wagner veya Nightcrawler) dindarlığı, İsaseverliği ikinci filmde özellikle vurgulanmakta; yalan yok, ben bunu altındaki “tamam evrim, mevrim bir şeyler anlatıyoruz ama sakın ha bizi Darwinizmin sekülerliğinin misyonerliğini yapmakla itham etmeyin, insanoğlu çiğ süt emmiş, bu mutantlardan da istendiğinde inançlı biri çıkabilir yani” mesajıyla kabul etmek durumunda kaldım. Hal böyle olunca 2. filmin bir yerinde Storm ile Nightcrawler arasındaki yakınlaşmanın “inanıp inanmama” problemine dönüşmesini de şaşkınla karşılamadım; zira Mavi Muammer’den hallice olan bu adamın başından beri İsa-Kilise ve Kutsal Kitap vurgusuyla çektiği çileleri anlamlandırmaya çalışması ve Gülben Ergen’den hallice olan Storm’a inanmayı öğretmesi feci ölçüde beni hero’ların dünyasından kendi dünyama geri çekti. Çünkü çile, başlangıç noktası değildir insanın zihninde; insanın vardığı yerdir. Haliyle bir mutant için de “diğerleri gibi olmama”nın yarattığı ezikliğin idraki, kocaman bir çile olarak kendisine geri dönmektedir. Gerçi böyle diyorum ama; asla sözlerimden şu anlaşılmamalı: Çile insanın kendisinden çıkardığı değil, kendisine “başkası / Tanrı vb. tarafından” lütfedilen bir şeydir! Asla! Çile bizzat insanın kendisinin kendisine lütfettiği bir gam yüküdür; insan bunun bilincinde olur ya da olmaz. Filmdeki o Hıristiyani söylemle dile getirirsek; Nightcrawler kardeşimiz çilenin gerçekten de sadık bir Hıristiyan gibi farkındadır, diğerleri değildir.
Peki bu yazımızın yönü belli oldu; “diğer insanlardan farklı olmanın idrakı”nın tepkilerini ölçmeye çalışalım. Storm dedik, ikinci kişimiz de o olsun. Başından beri bu kızımızı bir moron gibi gördüm (kuşkusuz bunda Halle Berry’nin Gülben Ergen’e olan feci benzerliğinin bir rolü yoktur); sen Bay X’in yani siz mutantlara “sizin gibi olmayan” yani “normal” olan (ya da çoğunluk tarafından “normal” kabul edilen) insanlarla barış içinde yaşayabileceğinizi, “anormal”iliğinizin bir savaş ya da “normaller tarafından” ezilme sebebi olmadığını göstermeye çalışan bir üstadın yanı başında, onun sağ kolu gibi bir şeysin; anlaşıldığı kadarıyla Marvel Vs Capcom dövüşlerinde de bir hayli yeteneklisin, tayfunları (normal aduket hareketiyle yollanan şeyler) yönetip doğayı en etkin şekliyle manipule edebilirsin; neden hep olaylarda geri plandasın? Hep böyle sordum, hep biraz kendisini aşsın istedim; ki ikinci filmin finalinde sahneye çıkarak beklentimi yerine getirince, yalnız olmadığımı da anladım (bu da nasıl bir kalıptır böyle; insanlardaki şu yalnızlık takıntısının paragraflara, cümlelere böyle tecavüz edişini her defasında acı bir tebessümle karşılarım… Hiç yakışmıyor size hiç! Yalnız olmadığını anlamışmış…); kurgucular düşünmüşler Dr. Xavier’i (insan bu ismi duyunca, şunu anımsamıyor değil: http://getir.net/gg5s) zamanında W. Stryker’in oğlu mutant Jason’ı adam edemeyişinden hareketle koca mutant üstadının en büyük heroic/kahramana özgü niteliğini çocuğun elinde heder etmişler; burada devreye Hıristiyan mutantın yardımıyla Storm girince haliyle ne Jason kalmış ne başka bir şey.
Filmi izleyenler ne dediğimi çok iyi anlıyor, izlemeyenler içinse bu sözlerim zaten başından beri boş; dikkat edin Storm’un müdahalesinden sonra tekerlekli sandalyede oturan ebleh ama zihni yönlendirebilen Jason’ın başına ne geldiğini bilmiyoruz; genelde filmlerde böyle sahnelerde kötülüğe sebep olan çocuklara ne olursa olsun iyiler tarafından el uzatılır, onların kurtarılmasında bir nevi “sen ne bok yersen ye, iyiler her daim iyi olduklarından affedici yanlarını gösterirler, büyüklük iyilerde kalsın” mesajı aktarılır; oysa burada o mesajın yerinde yeller esiyor. İzleyiciler de haliyle, “babası gibi ölmeyi hakediyor pis Jason” diye düşünemden edemiyor, her ne kadar eskiden o da bir mutant idiyse de.
Tekrar Storm’a dönüyorum; bu kızımızın Nightcrawler’dan farkı diğer normal canlılar gibi olmayışının, mutant oluşunun kendisine yüklediği sorumluluğun altında ezilmemiş olmasıdır. Dikkat ederseniz neredeyse her mutantta bir arayış var; sadece Dr. Xavier’in etrafındaki Cyclops, Storm ve Jean Gray her şeyi kabullenmişler, bir de üstüne Harry Potter’dakine benzer bir okul inşa ederek diğer mutantlara da yukarıda bahsettiğim umudu aşılama yolunda emin adımlarla ilerlemişler, yani aydınlanmışlar şimdi de aydınlatıyorlar. Ancak Storm, dindar Nightcrawler ile inanmak-inanmamak ikilemine girdiğine göre ve bu ikilemi bir diyalektik olarak görürsek, Nightcrawler’ın aksine inanmamaya daha yakın olduğunu ima ettiğine göre diğer insanlar gibi olmadığının idrakinin çok da Dr. Xavier’in umudu çerçevesinde evcilleştirilemeyeceğini görüyorum; gerçi çok sıkı bir muhakemeyle buradaki herbir hero için bu görüşü dile getirebilirim. Zaten X-Men’deki herolara dair farklılık da, biraz bu her iki tarafa da kayabilir olmanın kayganlığından doğuyor. Magneto’nun kendi tarafındaki mutantlarla birlikte, kendisine karşı olan mutantların da yaşamını kurtarması bu diyalektiğin sağlam göstergelerinden biri; çünkü bu onun muhtaç olduğu bir davranıştı, çünkü Magneto’yu Magneto eden şey mutantların egemenliği ya da kendisi gibi düşünmeyen mutantların ortadan kaldırılması arzusu değil, tüm mutantların onları kendileri gibi görmediğinden, her türlü imkanla kullanarak onları yok etmeye yeltenecek olan insanlarla savaş yapma gerekliliğidir; bu gerekliliği beslediği müddetçe de aslında Dr. Xavier ve ekibinin (yani insanlarla barış içinde yaşama umudunun besleyicileri, yaşatıcıları) yaşamını da ironik bir şekilde korumak zorunda.
Bu durumda Storm’un Nightcrawler’a söylemiş olduğu “bazen öfke, insanı ayakta tutar /yaşatır” sözü de bu yüzden manalıdır; ben buradan bakınca şunu açıkça görüyorum: Bu mutantların belli yetilerinin oluşu salt evrimdeki sıçramalardan birini göstermez; daha derinlerde başka bir manayı içerebilir; insanlardan güçlüler, hatta yukarıda da dediğim gibi Storm doğayı manipule edebilecek ölçüde güçlüdür, bu gücün kontrolünü kendisinden nefret eden hatta kendisini yok sayan insanlara karşı bile yitirmemek durumundadır. Magneto’dan farklı olarak bu taraftaki mutantların İsavari bir söylemle tokat atılsın diye öbür yanaklarını uzatmayacakları, o kadar da “mercy” ile donanmamış oldukları açıktır; zaten bu nitelikleri onları her an Magneto’nun tarafına yaklaştırabilir; nitekim çiğ süt emmiş insanoğlu William Stryker‘ın nezdinde her iki taraftaki mutantların da canına okumayı görev bilmiştir.
Bu sunum, çoğunluğun çoğu kere azınlıkla ilgili önyargısının; azınlık içindeki çoğunluğun arasında onlarla barış içinde yaşamanın mümkün olduğu inancını taşıyan kesimin üzerindeki etkisini çok güzel dramatize eder. Siz ne kadar da umudunuzu taşıdığınızı düşünürseniz düşünün, sizi yok etmek isteyen birileri varsa, siz yok olmamak adına size bahşedilen güçleri kullanmak zorundasınızdır; aksi durumda sizi siz eden değerlerden vazgeçme gibi bir lüksünüz olmadığından -ki sizi buna zorlamanın da haksızlığı ortada- yok olmayı tercih etmeniz gerekir. Durum bundan ibaret; hiç de gülücük dağıtacak halim yok; evet çoğunluğun dediği olur! Azınlık her zaman gücü ölçüsünde ezilmez, aksi halde çoğunluk köküne kadar kendi anlayışını dikte edecektir; bunun sağlamasını Stryker ve oğlu arasındaki ilişki üzerinde de yapabilirsiniz. Tekrar Storm’a dönersem, bilmiyorum comicste durum ne, ama bir şekilde Magneto’nun tarafına en kolay geçebilecek, umudu en kolay yitirebilecek hero’nun o olduğunu düşünüyorum; çünkü o aynı zamanda Nightcrawler gibi “insanların çoğunun iki gözlerinin gördüğünden başka hiçbirşeyi bilemeyeceğini” de bilmemektedir; yani Storm, Mavi adamımızdaki normal insanlara bakarken oluşan acıma duygusundan mahrumdur.
Bir diğer sorunlu hero da ibiş Cyclops’un manitası, Wolverine’in uzaktan uzağa gözleriyle soyduğu Jean Grey. Bir kere yeri gelmişken söyleyeyim, Cyclops tam bir hayalkırıklığı; kaşına, gözüne, baldırına, kasına hayran olduğum için değil; Marvel Vs Capcom’da bildiğimiz şu Ryu’nun emsali olarak karşımıza çıkartıldığını düşünüyorum da, filmlerde felaket bir şekilde ezik resmedilmiş. Dahası Jean Grey’in de henüz etrafında doğru dürüst erkek olmadığından (Wolverine gelene kadar) bu ibişi tercih ettiği intibası uyanmıyor değil, kötü bir düşünce ama ne yapayım, ilk düşündüren bu oldu. Sen ki adından bahsettiğim dövüş oyununda, onca X-Men karakteri içinde Ryu ile el sıkışmış adamsın, bu kadar pasifize olmaya hakkın yok; Jean Grey’in kevaşeliği ise doruk noktada gezinmiyor değil ona da pek girmek istemiyorum, ama madem bu ibişe bağladın kendini, bari kaş göz oynatma Wolverine’e değil mi? Ama oluyor işte, eloğlu kahraman yaratıyor, böyle de bir eksiği oluversin. Tekrar döneyim ben Jean’e; bir kere bu kızcağız bize Storm’dan biraz farklı tanıtılıyor bize, bunu kabul edelim. Her şeyden önce Dr. Xavier’in umuda dair şırınga ettiği vizyonu iyi kavramışa, kabullenmişe benziyor; zihin okuma, telepati vs. yeteneğinin sürekli gelişim halinde oluşu da diğer hero’lardan onu ayırıyor, sürekli bizi “bakalım Jean bunu başarabilecek mi, abisi daha yeni kızımız, yeni yeni böyle işlere girişiyor, her gün ilerleme kaydediyor…” gibi düşüncelere sevk ediyor; 2. filmin sonunda da zaten arkadaşlarını kurtarmak adına ölüp gidiyor (dadadadaaan 3. filmde aslında ölmediği anlaşılabilir, anlaşılmayabilir de; izleyin öğrenin); oysa temel amaç ölmemek! Bana birilerini kurtarmak adına ölüp gitmiş bir süper kahraman gösterin! Pek böylesini bulamazsınız; çünkü süper kahraman, o mertebeye erişmiş olandır; oysa Jean o mertebeye erişme aşamasında olup; zaten başlı başına mutantlık bir süper kahramanlık olmadığından, kızımızın gelişim gösterme aşamasında kendini heder etmesi doğal karşılanmalıdır. Çünkü ayakta kalmak yetmez; bir de bu alemde ortalığı daha da karıştırmak isteyen kötü yaradılışlı (nasıl ola ki bu?) mutantlarla mücadele etmek var, bana kalırsa Jean Grey ilk iki filmdeki en zayıf, en berbat, en işlevselliği olmayan mutantıdır. Hele ki mystiqe ile karşılaştırırsanız onu, dediğimi daha iyi anlarsınız. Bütün bu söylediklerimden sonra Jean Grey ile Cyclops arasındaki ilişkinin ne kadar tutarlı olduğunu düşündüğüm de ortaya çıkar; çıkarın yani. Jean hanım ölüp giderken arkaplanda kalan dua Nightcrawler’a aitti:
“Karanlık ölüm vadisinden geçsem bile, Kötülükten korkmam. Çünkü sen benimlesin.”